132

١٣٢

وَاْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا لَانَسَْلُكَ رِزْقًا نَحْنُ نَرْزُقُكَ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوى

(132) ve’mur ehleke bis salati vastabir aleyha la nes’elüke rizka nahnü nerzükuk vel akibetü lit takva
ailene de namazı emret sende ona sabrederek devam et biz senden rızık istemiyoruz biz senin rızkını veririz akıbet takvandır

(132) Enjoin prayer on thy people, and be constant therein. We ask thee not to provide Sustenance: we provide it for thee. But the (fruit of) the Hereafter is for Righteousness.

1. ve’mur (ve u’mur) : ve emret
2. ehle-ke : senin ehlin, ailen, etrafındakiler
3. bi es salâti : namazı, namaz ile
4. vastabir (ve istabir) : ve sabırlı ol, sabret
5. aleyhâ : onun üzerine, ona
6. lâ nes’elu-ke : biz senden istemiyoruz
7. rızkan : bir rızık
8. nahnu : biz
9. nerzuku-ke : seni rızıklandırırız
10. ve el âkıbetu : ve sonuç, akıbet
11. li et takvâ : takva sahipleri için


AÇIKLAMA

“Meskenlerine uğrayıp geçtikleri kendilerinden önce nice nesilleri helak edişimiz, onlar için bir hidayet vesilesi olmadı mı? Muhakkak bunda üstün akıl sahiplerine ayetler vardır.” Ey Muhammed! Şu getirdiklerini yalanlayan Mekke halkı, kendilerinden önce geçmiş ve peygamberleri yalanlamış ümmetlerin pek çoğunu helak edişimizi, onların yok olup herhangi bir izlerinin kalmadığını açıkça görmüyorlar mı? Âd, Semûd, Hicr Ashabı ve Lût kavmini kasabaları gibi. Mekkeliler bunların yurtlarından gidip geliyorlar yahut onların mesken­leri arasında yolculuk ediyorlar. Onların harap olmuş eserlerini görüyorlar. Şüphesiz ki, bunda sahiplerini çirkin işlerden alıkoyan ve bunlara gelenlerin bir benzerinin kendilerinin de başlarına gelmesinin muhtemel olduğunu idrak eden akıl sahipleri için bir çok ibret ve öğüt vardır.

Bu ayet-i kerimenin bir benzeri de Yüce Allah’ın şu buyruklarıdır: “Düşünen kalplere, işiten kulaklara sahip olsunlar diye onlar yeryüzünde gezip dolaşmazlar mı? Gerçi gözler kör olmaz, fakat göğüslerdeki kalpler olur.” (Hacc, 22/46); “Onlardan önce nice nesilleri helak etmemiz -ki onların meskenlerinde dolaşırlar- bunların hidayete ulaşmalarına bir vesile olmadı mı? Şüphesiz bun­larda ayetler vardır, hâlâ dinlemeyecekler mi?” (Secde, 32/26).

Daha sonra Yüce Allah azaplarının erteleniş sebebini şu buyruklarıyla açıklamaktadır: “Eğer Rabbinden geçmiş bir söz ve belli bir vade olmasaydı (azap) nazil olurdu.” Yani Yüce Allah tarafından ezelde gerçekleştirilecek bir söz geçmiş bulunmasaydı -ki bu da Yüce Allah’ın Muhammed (s.a.) ümmetinin azabını ahiret yurduna ertelemesine dair vaadidir- günahlarının cezası onlar için lâzım olur; herhangi bir şekilde onların yakasını bırakmaz, geri kalmazdı. Eğer o belli vade olmasaydı, daha dünyada iken acı bir azap ile yakalanırlardı.

Bundan dolayı Yüce Allah peygamberine hem onu teselli ederek hem de sabrı emrederek şöyle buyurmaktadır:

“O halde dediklerine sabret. Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbine hamd ve tesbih et! Gecenin saatlerinde ve gündüzün etrafında da tes­bih et. Umulur ki razı olunursun.” Ey Peygamber! Şu Allah’ın ayetlerini yalan­layanların söylediklerine sabret, onların senin için söyledikleri: “Yalancı bir sihirbazdır, delidir, şairdir” vb. batıl iddialarına ve dil uzatmalarına aldırış et­me! Çünkü onların azapları için öne alınmayan belli bir süre vardır. Sen Rabbini tenzih, Ona hamd ve şükret. Güneşin doğmasından önce yani sabah namazını, batışından önce yani ikindi ve öğle namazlarını, gece vakitlerinde yani yatsı ve akşam namazları ile gecenin sonlarında teheccüd namazını kıl.

İkindi namazı hakkında te’kid edici olmak üzere gündüzün etrafında “orta namazı”nı te’kid edildiği gibi namaz kıl! Günün iki tarafında yer alan bu iki namazın da te’kidli olarak zikredilmesi türünden sabah ve akşam namazlarını, yani bu şekilde farz kılınmış beş vakit namazı eda etmekle uğraş! Yüce Al­lah’ın nezdinde nefsinin razı olacağı sevaba nail olması ümidiyle onu tesbih et! Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ve Rabbin sana bağışta bulunacak, sense razı olacaksın.” (Duhâ, 93/5).

İmam Ahmed ve Müslim, Umâre b. Rueybe’nin şöyle dediğini rivayet eder­ler: Rasulullah (s.a.)’ı şöyle buyururken dinledim: “Güneşin doğuşundan önce ve batışından önce namaz kılan bir kimse asla cehenneme girmez.”

Buharî ile Müslim’de de Cerîr b. Abdullah’tan şöyle dediği rivayet edil­mektedir: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: “Şüphesiz sizler şu ayı gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz. Onu görmekte siz herhangi bir sıkıntı ile karşılaş­mayacaksınız. O bakımdan güneşin doğuşundan ve batışından önce bir vakit namazı kaçırmamak imkânınız olursa mutlaka bunu yapınız.” dedi ve daha sonra bu ayet-i kerimeyi okudu.

Müslim’in Sahih ‘inde de Rasulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğu rivayet edil­mektedir: “Yüce Allah: Ey cennet ehli, diye buyuracak. Onlar: Buyur Rabbimiz! Fermanına hazırız! diyecekler. O: Razı oldunuz mu? diye soracak. Cennetlikler: Rabbimiz nasıl olur da razı olmayız. Sen bize yarattıklarından kimseye ver­mediklerini vermiş bulunuyorsun, diyecekler. Yüce Allah şöyle buyuracak: Ben sizlere bundan daha faziletlisini de vereceğim. Onlar diyecekler ki: Bundan daha faziletli ne olabilir? Şöyle buyuracak: Sizi rızam ile kuşatıyorum ve artık bundan sonra ebediyyen size gazaplanmayacağım.”

Ayet-i kerime inatçı, yalanlayıcı kâfirlerin yalanlamalarına üstünlük sağ­lamanın yolunu sabır, tesbih, tahmid, namaz ve tekbir getirmek olarak göster­mektedir ki, bütün bunlar ruhu güçlendirir, Yüce Allah’a olan bağlılığa güç katar. Böylelikle ruh ve bedenden her türlü yorgunluk, acı ve kederin etkisi or­tadan kalkar.

Ruhen düzelmek, dünya malından yüz çevirmeye bağlıdır. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlardan bir kısmını kendilerini imtihan et­mek için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme! Rabbinin rızkı ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” Sen şu nimetler üzerinde müreffeh bir şekilde yaşayan dünya hayatının süs, mal, mülk, eşya, binek gibi çeşitli metalarma sahip olan şu kimselerin yanlarındaki, ellerinin altındaki mal ve mülke uzun boylu göz dikme. Çünkü bunlar solup giden bir çiçek, belli bir engel teşkil eden birer nimettir. Bundan maksadınız onları bu gibi şeylerle imtihan etmek, nimete şükür görevini kimin yerine getirdiğini ortaya koymaktır. Sen bütün gayretinle Allah’ın nezdinde olanı elde etmeye çalış. Şüphesiz Rabbinin sana verdikleri, onların verdiklerinden daha hayırlıdır. O rızkını dünya hayatında senin için kolaylaştırmış, Allah’ın sevabı ve ahirette senin için sakladıkları ise her halükârda onların dünya hayatındaki rızıklarından daha hayırlıdır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun biz sana tekrarlanan yediyi ve şu Kur’an-ı Azim’i verdik. Sakın bazılarını faydalandırdığımız şeylere gözlerini uzun boylu dikme! Onlar için mahzun da olma! Müminlere de alçak­gönüllü ol!” (Hicr, 15/87-88). Her iki ayet-i kerimenin de maksadı rızkı talep et­mekte tembellik göstermek değildir. Aksine maksat kâfirlerin ve isyankârların elinde bulunan dünya hayatının çörçöpünü temenni etmeyi dünya ile meşgul olup ahiret için ameli terk etmeyi yasaklamaktır. Çünkü bizler, hem ahiret hem de dünya için bir arada çalışırız.

Daha sonra Yüce Allah ehline namazı emretmesini şu buyruklarıyla ona emretmektedir: “Ehline namazı emret! Kendin de ona devam et! Senden rızık istemeyiz, sana biz rızık veririz. Akıbet ise takvanındır.” Ey Peygamber! Sen aile halkına namazı emret ve namaz kılmalarını emretmek suretiyle de onları Allah’ın azabından kurtarmaya çalış! Sen de namaz kılmakta sabır ve sebat göster, onu gereği gibi muhafaza et. Biz senden kendini ve aileni rızıklandırmak üzere bir rızık istemediğimiz gibi, rızkını kazanmakla da seni mükellef tutmuyoruz. Aksine sen kendini ibadete ve takvaya ver. Seni de, onları da biz rızıklandırırız: “Şüphesiz Allah O çok çok rızık verendir, O pek çetin ve kuvvet sahibi olandır.” (Zâriyât, 51/58). Övülmeye değer akibet ise -ki o da cennettir-takva ve itaat ehli olanlarındır.

Ehlinle birlikte namazı kılmaya devam edecek olursan rızkın sana um­madığın yerden gelir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah ‘tan korkarsa onun için bir çıkış yolu peyda eder ve ummadığı yerden onu rı ıklandırır.” (Talâk, 65/2-3). Rasulullah (s.a.) da hem aile halkına, hem de bütün üm­metine namaza devam etmelerini emretmiştir.

Mâlik ve Beyhakî, Eslem’in şöyle dediğini rivayet ederler: Ömer b. el-Hattâb geceleyin Yüce Allah’ın dilediği kadar namaz kılardı. Nihayet gecenin sonu yaklaşınca namaz kılmak üzere aile halkını uyandırır ve: “Namaza kalkın, namaza kalkın!”, der arkasından da bu ayet-i kerimeyi okurdu.

İbni Ebî Hatim, İbnü’l-Münzir, Taberânî, El-Hilye’de Ebu Nuaym, Abdul­lah b. Selam’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.) aile halkına bir sıkıntı ya da bir darlık isabet etti mi, onlara namaz kılmalarını emreder ve: “Ehline namazı emret…” ayet-i kerimesini okurdu.

Tirmizî ve İbni Mace, Ebu Hureyre (r.a.)den şöyle dediğini rivayet ederler: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: “Yüce Allah şöyle buyurmuştur: Ey Adem oğlu! Sen kendini bana ibadete ver ki, ben de senin kalbini zenginlikle doldurayım, fakirliğini (ihtiyacını) karşılayayım.”

İbni Mace de İbni Mes’ud’un şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Ben Pey­gamberimizi şöyle buyururken dinledim: “Her kim bütün gayret ve çabalarını tek bir çaba haline getirip öldükten sonra diriliş çabası yaparsa, Allah onu dünyası için çaba göstermekten müstağni kılar. Dünya hallerine dair üzüntü ve düşünceleri darmadağın ve alabildiğine çoğalan kimseye gelince, Allah onu vadilerinden hangisinde helak ettiğine aldırmaz.”

Yine İbni Mace Zeyd b. Sâbit’ten şöyle dediğini rivayet eder: Rasulullah (s.a.)’ı şöyle buyururken dinledim: “Her kimin çabası ve düşüncesi dünya olur­sa, Allah onun aleyhine olmak üzere işlerini darmadağın eder. Fakirliğini göz­lerinin önüne kor (fakirlikten başka bir şeyle karşılaşmaz) ve dünya ona Al­lah’ın o kimse için yazdığı taraftan başka yerden de gelmez. Her kimin de niyeti ahiret olursa, Allah onun işini bir araya getirir, toplar. Zenginliğini kalbine yer­leştirir ve dünya ister istemez ona gelir.”