١١
اَلَّذينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَ هُمْ فيهَا خَالِدُونَ
(11) ellezine yerisunel firdevs hüm fiha halidun
onlar firdevs cennetine varis olacaklar onlar orada ebedi olarak kalacaklar
(11) Who will inherit Paradise: they will dwell therein (forever).
1. | ellezîne | : o kimseler, onlar |
2. | yerisûne | : varis olacaklar |
3. | el firdevse | : firdevs (cenneti) |
4. | hum | : onlar |
5. | fîhâ | : orada |
6. | hâlidûne | : ebedî kalanlar |
SEBEB-İ NÜZUL
Abdurrahman ibn Abdu’l-Kârî’den rivayette o, Hz. Ömer ibnu’l-Hattâb’ı şöyle anlatırken işitmiş: Hz. Peygamber (sa)’e vahy indiği zamanlarda yüzünün yanında (etrafında) balansı vızıltısı gibi bir ses işitilirdi. Bir gün yine ona vahy inmeye başladı, bir süre durduk (konuşmadık), bu hali geçip açılınca kıbleye döndü ve ellerini kaldırarak: “Ey Allahım, bize artır, eksiltme, bize ikramda bulun (bizi şereflendir), bizi aşağılama, bize ver, bizi mahrum bırakma. Bizi (başkalarına) tercih et, başkalarını bize tercih etme, bizi hoşnut et ve bizden hoşnut ol.” diye dua etti, sonra: “Bana (biraz önce) on âyet nazil oldu. Her kim bunlarla amel ederse cennete girer.” buyurdu ve on âyetin sonuna kadar olmak üzere “Gerçekten mü’minler felaha ermişlerdir…” âyetlerini tilâvet buyurdular.
“Ki onlar, namazlarında huşu içinde olanlardır.” âyet-i kerimesinin nüzul sebebinde Ebu Hüreyre’den rivayete göre Hz. Peygamber (sa) namaz kılarken gözlerini semaya kaldırmş ve bunun üzerine “Ki onlar, namazlarında huşu içinde olanlardır.” âyeti nazil olmuştur.
İbn Merdûye’nin rivayeti “Hz. Peygamber (sa) namazda sağa sola dönerdi.” Saîd ibn Mansûr’un İbn Sîrîn’den mürsel olarak rivayeti “Hz. Peygamber (sa) gözlerini sağa sola çevirirdi.” İbn Ebî Hâtim’in İbn Sîrîn’den rivayeti “Sahabe namazda gözlerini semaya kaldırırlardı.” ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.” şeklindedir
AÇIKLAMA
Allah Tealâ şu yedi sıfatı taşıyan müminlerin kurtuluşa ve kazanca nail olacaklarını müjdelemekte, aynı zamanda onlar hakkında bu hükmü vermektedir:
1- “Müminler muhakkak kurtuluşa ermişlerdir.” Onlar iman sıfatını, yani Allah’ı, Rasulünü ve ahiret gününü tasdik etme sıfatını taşımaları sebebiyle kazançlı çıkmışlar ve gerçek mutluluğa ermişlerdir.
2- “Onlar öyle müminlerdir ki, namazlarında huşu sahibidirler.” Yani Allah korkusu ve sükûnet içindedirler. Huşu, kalbin ürpermesidir. Bu da korku ile ve vücut azalarının gayet sakin olmasıyla birlikte Allah’a boyun eğmek, Onun huzurunda kulluk zilletini hissetmek demektir.
Hasan-ı Basrî diyor ki: Onların huşuları kalplerinde idi. Bundan dolayı gözlerini harama kapadılar ve alçakgönüllü, mütevazi oldular.
Namazda huşuyu kalbini tamamen namaza veren, namazda iken onun dışındaki bütün işler bırakıp tamamen namazla meşgul olan, namazı başka şeylere tercih eden kişi elde edebilir. Bu durumda o kişide gönül rahatlığı ve göz aydınlığı olur.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.) İmam Ahmed ve Nesaî’nin Hz. Enes’ten (r.a.) rivayet ettiği hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Bana güzel koku ve kadın sevdirildi. Namaz benim göz nurum kılındı.”
Yine İmam Ahmed’in Eşlem kabilesinden olan bir zattan rivayetine göre, Peygamberimiz (s.a.) “Ya Bilâl! Namazla -namaza davet etmekle- bizi rahatlat.” Duyurdu.
Huşu namazın manalarını düşünmek, Allah Tealâ’ya yakarmak, Allah’ı hatırlamak, O’nun tehdidinden korkmak, Kur’anın ayetlerini ince düşünmek anlamaya çalışmaktır. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Onlar Kuranı hiç düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 47/24).
Bu durumda kul genellikle şeytanın vesveselerinden, namaz kılanı namazından alıkoyma ve düşüncesini meşgul etme çabalarından kurtulur. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Gafillerden olma.” (A’raf, 7/205).
Fakat alimlerin çoğunluğu yükümlülük borcundan kurtulmak için namazda huşuyu şart koşmamışlardır. Huşu sadece Allah katında sevabın elde edilmesi için şarttır.
3- “Onlar boş sözden yüz çevirirler.” Yani onlar haram veya mekruh ya da hiçbir hayır bulunmayan, insanı ilgilendirmeyen, insanın buna ihtiyaç duymadığı mubah şeyleri baştan terk ederler. Bu ifade yalan, hakaret, sövme ile bütün günahları ve hiçbir fayda bulunmayan söz ve davranışları içine alır. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “Onlar boş sözlerle karşılaştıkları zaman oradan vakarla geçip giderler.” (Furkan, 25/72).
Son derece üzüntüyle belirtelim ki televizyon seyretme, faydasız mecmuaları okuma, kağıt oynama, eğlenme, boş şeylerle oyalanma ve vaktin altın olmasına rağmen faydasız şeylerle kaybedilmesi suretiyle asrımızda “eğlence” pek çok insanın söz ve davranışlarına hakim olmuştur. Bundan dolayı cemiyetin fertleri arasında vaktin hiç değeri olmaması sebebiyle ümmetimiz geri kalmışlıkla nitelendirilmiştir.
4- “Onlar zekâtlarını verirler.” İbni Kesir diyor ki: Çoğunluk bu ayet Mekkî olmasına rağmen buradaki “zekat” tan muradın malların zekâtı olduğu görüşündedir. Çünkü zekâtın hicretin ikinci yılında Medine’de farz kılınmıştır.
Öyle anlaşılıyor ki Medine’de farz olan özel nisap ve miktarlardır. Yoksa zekâtın aslı Mekke’de iken de vacipti. Cenab-ı Hak, Mekkî olduğu halde En’am suresinde: “Onun hakkını hasat gününde verin.” (6/141) buyurmuştur.
Buradaki “zekât” tan muradın gönlün şirk ve batıl kirlerinden temizlenmesi olma ihtimali de vardır. Meselâ: “Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Nefsinin gerçek yüzünü gizleyen ise hüsrandadır.” (Şems, 91/9-10); “Müşriklere yazıklar olsun. Onlar zekât vermezler. Ahireti de inkâr ederler.” (Fussilet, 9/10). Bu ayetlerin tefsirinde iki görüşten biri uygun görülebilir; bu iki hususun ikisinin birden murad edilmiş olma ihtimali de vardır. Buna göre kelime hem gönül temizliği, hem de malların zekâtı anlamındadır. Aslında malın zekâtının verilmesi de gönüllerin temizliğine girmektir. Kâmil mümin bu ikisini de yapan mümindir. En doğrusunu Allah bilir!
Razî diyor ki: Çoğunluğun görüşü, “Burada zikredilen, özellikle mallarda verilmesi farz olan haktır.” şeklindedir. Doğruya yakın olsa da budur. Zira, şeriatta bu lafız özellikle bu manada kullanılmıştır.
5- “Onlar ırzlarını korurlar…” Onlar ırzlarını haramdan koruyan ve Allah’ın yasakladığı zina ve livata gibi haramlara düşmeyen, Allah’ın kendilerine nikâh akdi ile helâl kıldığı hanımlarından başkasına veya sahip olmakla helâl kıldığı cariyelerinden başkasına yaklaşmayan kimselerdir.
“Kim bundan öteye geçmek isterse işte böyleleri haddi aşan kimselerdir.” Yani kim bunlardan başka -kendilerine helâl olmayan- eş ve cariyeleri arzu ederse bu tip kimseler çok aşırı giden, Allah’ın sınırlarını aşan kimselerdir. Bu ifade “müt’a” adı verilen geçici nikâhın ve elle yapılan “istimna”nın (mastürbasyonun) haram olduğuna delâlet etmektedir.
6- “Müminler emanetlerine ve verdikleri söze riayet ederler.” Yani onlar emanetin değerini ve verilen sözün kudsiyetini koruyan kimselerdir. Kendilerine emanet verildiği zaman ihanet etmezler. Bilâkis emaneti ehline verirler. Bir söz verdikleri yahut sözleşme yaptıkları zaman buna uyarlar. Dolayısıyla, emaneti yerine vermek ve ahde vefa göstermek iman ehlinin vasıflandır. Hıyanet, gaddarlık, sözden cayma, alış-veriş, kiralama veya ortaklık v.b. için bir akdin gereğini yerine getirmemek Allah Rasulünün şu hadislerinde bildirdiği ehl-i nifakın sıfatlarından biridir:
Buharî, Müslim, Tirmizî ve Neseî’nin Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet ettiği hadis-i şeriflerinde Efendimiz (s.a.) şöyle buyuruyorlar: “Münafık’ın alâmeti üçtür:
– Konuştuğu zaman yalan söyler.
– Vaad ettiği zaman vaadinden döner.
– Kendisine emanet verildiği zaman ihanet eder.”
Allah Tealâ buyuruyor ki: “Ey iman edenler. Allah’a ve Rasulüne ihanet etmeyin. Emanetlerinize ihanet etmeyin.” (Enfal, 8/27).
“Emanet ve ahit” ifadesi insanın Rabbinden aldığı şer’î yükümlülükler ve diğer insanlardan aldığı kendisine tevdî edilen mallar veya akitlerin yerine getirilmesi gibi hususları içine almaktadır.
8- “Onlar namazlarına devam ederler.” Yani onlar namazı devamlı surette eda ederler, namazı vaktinde bütün rükün ve şartlarına tam manasıyla riayet ederek kılarlar.
Buharî ve Müslim’in Sahih’lerinde İbni Mes’ud’dan (r.a.) naklediliyor, diyor ki:
“Rasulullah’a (s.a.) sordum.
– Ya Rasulullah! Hangi amel Allah’a daha sevimlidir? Buyurdu ki:
– Namazı vaktinde kılmaktır.
– Sonra hangisi? dedim.
– Anne ve babaya iyilikte bulunmaktır, dedi.
– Sonra hangisi? dedim.
– Allah yolunda cihad etmektir, dedi.
Cenab-ı Hak müminlerin bu güzel sıfatlarını zikrederken namazla başlayıp namazla bitirmiş, dolayısıyla bu durum namazın en faziletli amel olduğuna delâlet etmiştir.
Nitekim Peygamberimiz (s.a.) İmam Ahmed, İbni Mace Hakim ve Beyhakî’nin Sevban’dan rivayet ettikleri hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır: “İstikamet üzere olun. İstikametin sevabını sayıp bitiremezsiniz. Bilin ki, amellerinizin en hayırlısı namazdır. Namaza da ancak mümin olan devam eder.” Yani hakları yerine getirmek, Allah’ın koyduğu sınırlara riayet etmek, kazaya razı olmak suretiyle istikamete sarılın. Siz istikametin sevabını tesbit etmeye kalksanız bitiremezsiniz.
Bundan sonra da Cenab-ı Hak bu amellere verilecek güzel mükafatı beyan etmiştir:
“İşte bu kimseler varis olacaklardır. Onlar Firdevs cennetine varis olacaklardır. Orada ebedî olarak kalacaklardır.” Yani bu güzel vasıfları taşıyan ve kemal derecelerinde yükselen bu kimseler Firdevs cennetlerinde konuklamaya hak kazanan ve orada devamlı bir şekilde ebediyyen kalacak olan kimselerdir.
Buharî ve Müslim’in Sahih’lerinde Peygamberimiz’in (s.a.) şöyle buyurduğu yer almaktadır: “Allah’tan cenneti istediğiniz zaman Firdevs cennetini isteyin”. Zira Firdevs cenneti cennetin en üst derecesi ve cennetin merkezidir. Cennet nehirleri oradan fışkırır. Onun üstünde de Rahman’ın arşı vardır. Denilmiştir ki: Firdevs cennet demektir, aslı Rumca veya Farsça olup Arapçalaşmıştır.
Bu ayetin bir benzeri Cenab-ı Hakk’ın şu kelâmlarıdır: “İşte kullarımızdan takva sahibi olanları varis kılacağımız cennet budur.” (Meryem, 19/63); “Yapmış olduğunuz amellerinize karşılık varis olduğunuz cennet budur.” (Zuhruf, 43/72).
Bu Cenab-ı Hakk’m, cennetin dünyadaki güzel amellerin karşılığı olduğu şeklindeki adil kanunudur. Bu yedi sıfatın tamamının yerine getirilmesi ahiret alemindeki bu kazancı gerçekleştirecektir. Daha sonra bu ayetlerin ardından abdestin farz olunması, oruç ve hac ayetleri nazil olmuştur. Ayet kadınlar ve erkekler hakkında umumidir.