174

١٧٤

فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللّهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُوءٌ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللّهِ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَظيمٍ

(174) fenkalebu bi ni’metim minellahi ve fadlil lem yemseshüm suüv vettebeu ridvanellah vallahü zu fadlin aziym

sonra kendilerine Allah’tan gelen bir lutuf ve nimet ile döndüler onlara hiçbir kötülük dokunmadan Allah rızasına tâbi oldular Allah azimdir ihsan sahibidir

(174) And they returned with Grace and Bounty from Allah: no harm ever touched them: for they followed the good pleasure of Allah: and Allah is the Lord of bounties unbounded.

1. fe inkalebû : böylece döndüler
2. bi ni’metin : bir ni’met ile
3. min allâhi : Allah’tan
4. ve fadlin : ve bir fazl
5. lem yemses-hum : onlara dokunmadı
6. sûun : bir kötülük
7. ve ettebeû : ve tâbî oldular
8. rıdvâne allâhi : Allah’ın rızası
9. ve allâhu : ve Allah
10. zû fadlin : fazlın sahibi
11. azîmin : azîm, büyük

فَانْقَلَبُوا bunun üzerine döndülerبِنِعْمَةٍ nimetiمِنْ اللَّهِ Allah’ınوَفَضْلٍ ve lütfuylaلَمْ يَمْسَسْهُمْ kendilerine dokunmadanسُوءٌ hiç bir kötülükوَاتَّبَعُواçünkü uydularرِضْوَانَ rızasınaاللَّهِ Allah’ınوَاللَّهُ şüphesiz Allahذُوsahibidirفَضْلٍ lütufعَظِيمٍ çok büyük


SEBEB-İ NÜZUL

Bu âyet-i kerimeler bir kavle göre Hamrâu’1-Esed, diğer bir kavle göre de Küçük Bedr (Bedr es-Suğrâ) Gazvesi hakkında nazil olan âyet-i kerimelerden­dir. Şöyle ki:

1. Muhammed ibn İshak’ın Abdullah ibn Ebî bekr ibn Muhammed’den ri­vayetinde o şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (sa) Hamrâu’l-Esed’de iken Huzâa kabilesinden Ma’bed Efendimiz (sa)’e uğradı. Huzâalılar Allah’ın Rasûlü ile antlaşmah idiler; müslümanı ve müşriği ile bütün kabile Hz. Peygamber (sa)’le antlaşmalarına sadık, müslümanlardan yana, onlara karşı gizli saklıları olmıyan bir kabile idiler. Ma’bed o günlerde henüz müslüman olmamıştı, müşrikti. “Val­lahi ey Muhammed, senin ve ashabının bu başına gelenler bize de ağır gelmiş ve bizi de üzmüştür. Allah’tan dileğimiz onların size verdiği bu zarardan sizi kur-tarmasıdır.” dedi, ve Hz. Peygamber (sa)’in yanından çıkıp Hamrâu’l-Esed’den ayrıldı. Daha sonra Ravhâ’da Ebu Süfyân ve beraberindekilere rastladı.Onlar, “Uhud’da Muhammed’in ashabının ileri gelenlerini, komutanlarını, onun arka­daşlarını hakladık, ama köklerini kazımadan döndük geldik. Kalanları üzerine yeniden hücum edelim, işlerini bitirelim.” diyerek Medine’ye dönmeye ve müslümanlann kökünü kazımaya, onları toptan yok etmeye karar vermişlerdi. Ebu Süfyan (kendileri gibi müşrik olan) Ma’bed’i görünce ona: “Arkanda ne var, yolda neler gördün ey Ma’bed?” diye sordu. Ma’bed: “Muhammed’i gör­düm; ashabı içinde sizi takip etmek üzere çıkmış. Öyle kalabalıklar ki bugüne kadar böylesini görmedim. Size karşı kin ve öfke ile yanıp tutuşuyorlar. Bugün­kü savaşınızdan geri kalmış olanlar da savaşa katılmadıklarına pişman olmuşlar ve bu sefer onlara katılmışlar ve size karşı öyle öfkeliler ki bu öfke gibisini hiç görmedim.” dedi. Ebu Süfyân: “Vay sana! ne diyorsun?” dedi. Ma’bed: “Allah’a yemin olsun, ya şimdi hemen buradan ayrılıp Mekke’ye doğru yola çıkar­sınız, ya da birazdan atlarının alınlarını karşınızda bulursunuz.” dedi. Ebu Süfyân: “Biz de kalanlarının da kökünü kazımak üzere onlara tekrar hücum et­meye karar vermiştik.” dedi. Ma’bed: “Bunu hiç tavsiye etmem ve seni bundan men’ederim. Allah’a yemin olsun, gördüklerim beni şu beyitleri söylemeye şevketti.” deyip Hz. Peygamber ve ordusunu övüp yücelten bir şiir söyledi de bu Ebu Süfyân ve yanındakileri geri döndürdü.

Ebu Süfyân Mekke’ye dönüş yolunda bu sefer Abdu’1-Kays oğullarından bir gruba rastladı. Onlara nereye gittiklerini sordu, sebebini sorduğunda yiyecek birşeyler bulmak üzere oraya gitmekte olduklarını öğrenince “Muhammed’e bir mektubum var. Bunu ona götürürseniz bunun karşılığında yarın gelirsiniz bu develerinize Ukâz’da şıra yükleriz.” dedi. Onlar da kabul ettiler. Onlara şöyle dedi: “Muhammed’e vardığınızda ona haber verin ki biz, kalanlarının da kökü­nü kazımak üzere Muhammed ve ashabının üzerine yürümeye karar verdik.” Abdu’1-Kays’lılar Hz. Peygamber henüz Hamrâu’l-Esed’de iken ona gelip Ebu Süfyân’in söylediklerini ona haber verdiler de Allah’ın Rasûlü (sa: “Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl’dir.” dedi.

İbn Merdûye’nin Ebû Râfi’den rivayetine göre ise Hz. Peygamber (sa) Hz. Ali’yi bir grup sahâbî ile Ebu Süfyân’ı takibe yolladı ve bunlar yolda Huzâa’dan bir bedeviye rastlayıp Ebu Süfyân hakkında bilgisi olup olmadığını sordular. O da Ebu Süfyân’in toparlanıp yeniden üzerlerine gelmekte olduğunu söyleyince “Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl’dir.” dediler de bu âyet-i kerime nazil oldu.

Suddî rivayetinde ise “Ebu Süfyân ve arkadaşları Uhud’dan, müslümanların işini tam olarak bitirmeden ayrıldıklarına pişman olup “Dönün ve onların kökünü kazıyın.” dediklerinde Allah onların kalblerine bir korku saldı da bozuldular, bir bedeviye rastladılar, ona bir hediye vererek “Muhammed ve ashabına rastlarsan onlara bizim onlar için yeniden ordu topladığımızı haber ver.” dediler. Ancak o bedevi gelmeden Allah Tealâ, Rasûlü (sa)’ne bu durumu haber verdi de Allah’ın Rasûlü onları takip için çıktı ve Hamrâu’l-Esed’e kadar geldi. Yolda iken Ebu Süfyân’in haber gönderdiği bedeviye rastladılar. Bedevi onlara Ebu Süfyan’ın söylediklerini haber verdi de onlar “Allah bize yeter, O ne güzel Vekil* dir.” dediler. Sonra Hamrâu’l-Esed’den dönerlerken Allah Tealâ onlar ve onlara Ebu Süfyân’in haberini getiren bedevi hakkında “insanlar kendilerine: “İnsanlar size karşı ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun.” dedi de bu, onların imanını artırdı ve: “Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl’dir.” dediler.” âyet-i kerimesini indirdi.

Suddî rivayetinde Hz. Peygamber (sa) ve ashabının, Ebu Süfyân’ı takip için çıktıklarında Ebu Süfyan’ın kendilerinin kökünü kazımak üzere büyük bir ordu topladığı haberini Zulhuleyfe’de aldıkları; İbn Abbâs rivayetinde ise bu haberi bir bedevinin değil Medine’ye mal satmak üzere giden bir kervan’in getirdiği, kervandakİlerin: “Ey Muhammed, Ebu Süfyân size karşı büyük bir ordu toplamış, Medine üzerine yürümekte, istersen geri dön.” dedikleri kaydedilmektedir.

2. Bu âyet-i kerimelerin Küçük Bedr Gazvesi hakkında nazil olduğuna dair rivayetlere gelince; Mücâhid’den rivayete göre Ebu Süfyân, Uhud savaşı günü Hz. Muhammed (sa)’e: “Bir sene sonra buluşma yerimiz, daha önce arkadaşlarımızı öldürdüğünüz Bedr olsun. Gelecek sene kozumuzu orada paylaşalım.” demiş, Hz. Peygamber (sa) de: “Umarız öyle olur.” buyurdu. Bir sene sonra Allah’ın Rasûlü (sa) va’dine uyarak yola çıktı ve Bedr’e gelerek orada konakladı. Bu gelişleri orada kurulmakta olan panayıra rastlamıştı. Orada alış verişlerini yaptılar; Allah’ın lûtfu ve fazlı ile geri döndüler, orada onlara bir kötülük ve zarar dokunmadı.

İbn Cureyc’den gelen rivayette şu fazlalıklar vardır: Hz. Peygamber (sa), Ebu Süfyân’la va’dleştikleri buluşma yerine doğru yola çıktığında bazı müşriklere rastladılar. Onlara Kureyş’in haberlerini sorduklarında o müşrikler, Hz. Peygamber ve ashabını kandırmak ve müşriklerden korkutmak üzere: “Size karşı büyük bir ordu topladılar.” dediler. Bu haber karşısında mü’minler sadece “Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl’dir.” dediler, bu onların sadece iman ve yakînlerini artırdı da Bedr’e kadar geldiler. Orada panayırı sakin buldular, kimse onlarla karşılaşıp çekişmedi, çatışmadı. Orada panayırda bulunan bir müşrik Mekke’ye giderek Bedr’de Muhammed’in atlılarını gördüğünü Mekkelilere haber verdi.

İkrime’den gelen rivayette ise Hz. Peygamber ve ashabına, müşriklerin kendilerine karşı büyük bir ordu hazırladığı haberi onlar henüz Medine’den hareket etmezden önce ulaşmış; bu haber üzerine bazıları korkup bu seferden geri dururken cesaretliler hem savaşa, hem de Bedr’de bulacakları panayırda alış verişe hazırlanarak yola çıkmışlar; Bedr’e varınca da orada sakin bir panayırdan başka bir şey görmemişler. Çünkü müşriklerin büyük bir ordu toplayıp gelmekte oldukları haberi bir balondan başka bir şey değilmiş.

îbn Abbâs’tan gelen rivayette bazı farklı ayrıntılara yer veriliyor: Hz. Peygamber (sa)’le va’dleştikleri zaman gelince Ebu Süfyân kavmiyle beraber Mekke’den Bedr’e doğru yola çıktı. Merru’z-Zahrân denilen mevkiye gelip konakladıklarında Allah kalbine bir korku saldı da geri dönmeye karar verdi.Orada umre yapmak üzere Mekke’ye gelmiş olan Nuaym ibn Mes’ûd el-Eşcaî’ye rastladılar. Ebu Süfyân ona: “Ey Nuaym, ben Muhammed’e Bedr mevsiminde buluşmayı va’detmiştim. Ama bu sene kurak geçti. Oraya gitmek bizim için bolluk senesi uygun olur ki hayvanlarımızı otlatalım, sütlerini içelim. Bana, bu va’dî yerine getirmeden geri dönmemiz daha uygun göründü. Ama şimdi bizim döndüğümüzü Muhammed duyarsa bu onun bize karşı cür’etini artırır. Şimdi sen Medine’ye git ve onları Bedr’e çıkmalarını engelle, eğer bunu yaparsan sana 10 deve var.” dedi. Nuaym bu teklifi kabul ederek Medine-i Münevvere’ye geldi ve müslümanların yola çıkmaya hazırlandıklarını gördü. Onlara: “Bu, bana hiç de doğru bir görüş gibi gelmiyor; onlar sizin beldenize geldiler, çoğunuzu öldürdüler. Şimdi onlara gidecek olursanız gidenlerden birisi dahi geri gelmiyecektir.” dedi. Bu, bazı müslümanların kalbine kurt düşürdü. Hz. Peygamber bunu hissedince: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki yalnız başıma olsam da yine çıkacağım.” buyurdu. Sonra Allah’ın Rasûlü (sa), içlerinde ibn Mes’ûd’un da bulunduğu 70 kişi içinde yola çıktı. Bedr es-Suğrâ denilen yere kadar gittiler. Burada Kinâne oğullarına ait bir su (kuyu) vardı. Bu suyun etrafında senede bir defa olmak üzere 8 gün panayır kurulurdu. Allah’ın Rasûlü (sa) ve ashabı hiçbir müşrikle karşılaşmadıkları gibi oraya gelmeleri bu panayıra tesadüf etti. Yanlarında bulunan ticaret mallarını sattılar, elde ettikleriyle de deri, şıra gibi şeyler satın aldılar kâr ettiler, bir de üstüne para kazandılar, böylece Medine-i Münevvere’ye salimen ve ganimetle döndüler. Ebu Süfyân da Mekke’ye döndüğünde Mekke halkı bu sefere çıkan ordusuyla “Sevîk ordusu” diye alay ettiler. Çünkü yola çıkmışlar, konakladıkları yerlerde bol bol sevîk (çorba) içmişler; Muhammed ve ashabıyla savaşmadan, gayelerine ulaşmadan geri dönmüştüler. İşte bu âyet-i kerime bu hadise hakkında nazil olmuştur.

Taberî bu iki değişik nüzul sebebine dair rivayetleri verdikten sonra yaptığı değerlendirmede bu âyetlerin Hamrâu’1-Esed Gazvesi hakkında nazil olduğuna dair rivayetleri daha sahih ve âyet-i kerimelerin nazmına daha uygun buluyor. Bir kere bir önceki âyet-i kerimede “Kendilerine yara isabet ettikten sonra yine Allah’ın ve Rasûlü’nün davetine icabet edenler…” denilerek ashabın Hz. Peygamber (sa)’in sefere çıkma davetine zor koşullarda icabet ettikleri ima edilerek övülmekte. Bu ifade bu âyet-i kerimede kastedilenlerin hemen Uhud’dan sonra yorgun argın ve yaralı halde Hz. Peygamber (sa)’in davetine icabet edenler ol­masını gerektirmektedir. Küçük Bedr Gazvesinde ise mü’minlerin yaralı olma­ları durumu yoktur; mü’minlerin Uhud’da aldıkları yaralar iyileşmiştir. Uhud Gazvesi hicretin üçüncü senesi Şevval ayının ortalarında meydana gelmiş, Hz. Peygamber (sa)’in Küçük Bedr Gazvesine çıkışı ise yaklaşık bir sene sonra hic­retin dördüncü senesi Şaban ayında olmuştur. Bu bir senelik sürede Hz. Pey­gamber (sa)’le müşrikler arasında başka bir savaş olmamakla Uhud’un kötü iz­leri silinmiş ve güçlü bir şekilde sefere çıkılmıştır ki “Kendilerine yara isabet ettikten sonra yine Allah’ın ve Rasûlü’nün davetine icabet edenler…” övgüsü bu duruma pek uymamaktadır.