٩٤
وَلَمَّا جَاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْبًا وَالَّذينَ امَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَاَخَذَتِ الَّذينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا فى دِيَارِهِمْ جَاثِمينَ
(94) ve lemma cae emruna necceyna şüaybev vellezine amenu meahu bi rahmetim minna ve ehazetil lezine zalemus sayhatü fe asbehu fi diyarihim casimin
vaktaki emrimiz geldi kurtardık şuayb’ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmet ile yakaladı zulüm edenleri korkunç bir sayha böylece yurtlarından diz üstü çökenlerden oldular
(94) When our decree issued, we saved Shu’aib those who believed with him, by (special) mercy from our salves: but the (mighty) blast did seize the wrongdoers, and they lay prostrate in their homes by the morning
1. | ve lemmâ | : ve olduğu zaman |
2. | câe | : geldi |
3. | emru-nâ | : emrimiz |
4. | necceynâ | : kurtardık |
5. | şuayben | : Şuayb |
6. | ve ellezîne âmenû | : ve âmenû olan kimseler |
7. | mea-hu | : onunla beraber |
8. | bi rahmetin | : rahmetle |
9. | min-nâ | : bizden |
10. | ve ehazet | : ve helâk etti, aldı |
11. | ellezîne zalemû | : zulmeden kimseleri |
12. | es sayhatu | : sayha, korkunç bir ses |
13. | fe asbahû | : böylece oldular |
14. | fî diyâri-him | : kendi diyarlarında, yurtlarında |
15. | câsimîne | : diz üstü çökmüş olanlar (olarak) |