49

٤٩

اَهؤُلَاءِ الَّذينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّهُ بِرَحْمَةٍ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ

(49) e haülail lezine aksemtüm la yenalühümüllahü bi rahmeh üdhulül cennete la havfün aleyküm ve la entüm tahzenun
bunlar mıydı? sizin yemin ettikleriniz? Allah’ın rahmetine ulaşamazlar cennete girin sizin için korku yoktur sizler mahzun da olmayacaksınız

(49) “Behold! are these not the men whom you swore that Allah with His Mercy would never bless? enter ye the Garden: no fear shall be on you nor shall ye grieve.”

1. e hâulâi ellezîne : o kimseler bunlar mı
2. aksemtum : yemin ettiniz
3. lâ yenâlu-hum âllâhu : Allah onlara ulaşmaz
4. bi rahmetin : rahmet ile
5. udhulû el cennete : cennete girin
6. lâ havfun : korku yoktur
7. aleykum : size
8. lâ entum tahzenûne : siz mahzun olmayacaksınız

أَهَؤُلَاءِ bunlar mıydıالَّذِينَkimselerأَقْسَمْتُمْ yemin ettiğinizلَا يَنَالُهُمْ kendilerini eriştirmeyeceğineاللَّهُ Allah’ınبِرَحْمَةٍ rahmetineادْخُلُوا girinالْجَنَّةَ cenneteلَا خَوْفٌ hiçbir korku yokturعَلَيْكُمْ sizin içinوَلَا أَنْتُمْ تَحْزَنُونَ siz üzülecek de değilsiniz


AÇIKLAMA

Bu A’rafta bulunan bazı kimselerin, dünyada iken güçlerine, zenginlikleri­ne güvenen, fakir ve zayıflıkları sebebiyle de müminlerin zayıflarını hakir gören bir takım müstekbirlere seslenişleridir. Bu seslenişin muhtevası ise A’rafta bulunanların, müşriklerin ileri gelenlerinden, önderlerinden bir takım kimsele­ri azarlayacakları hususudur. Onlar bu kimseleri onları başkalarından ayırt eden alâmet ve simalarıyla tanırlar.

A’raftakilerin kimisi bir takım alâmetleriyle tanıdıkları müşriklerden bazı insanlara sesleneceklerdir. Bu alâmetler ise yüzlerin karalığı, üzerlerindeki toz-duman, gözlerinin morarmışlığı, hilkatlerinin tanınmaz hale gelmiş olması­dır. Onlara şöyle diyecekler: Sizin mal toplayıp yığmanız yahut topluluğunuz ve çokluğunuzun size faydası olmadığı gibi, Muhammed’in risaletine iman et­meyip büyüklük taslamanızın da faydası olmadı. Yani ne çokluğunuzun, ne ka­labalığınızın, ne de imana karşı büyüklenmenizin Allah’ın azabına karşı size faydası oldu. Aksine sizler şu içinde bulunduğunuz azap ve cezaya çarptırıldı­nız. Aynı şekilde fakirlere ve mustaz’af müminlere karşı büyüklenmenizin de size faydası olmadı.

Böylelikle Allah’ın dünyada iken zengin ve güçlü kıldığı kimselerin, ahirette de nimetlere gark olacağını kabul eden yanlış fikirlerinin de tutarsızlığı ortaya çıkmış olacaktır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Biz hangi kasabaya bir uyarıcı gönderdiysek, mutlaka oranın ileri gelen refahlıları derler ki: Biz sizinle gönderileni inkâr edenleriz. Ve yine derler ki: Bizler malca da ev­latça da daha çokluğuz. Biz azap edilecekler değiliz.” (Sebe, 34/34-35).

Daha sonra onlara dünya hayatında iken Muhammed (s.a)’e iman ettikleri için Suhayb er-Rûmî, Hubeyb b. Adiyy, Bilâl-i Habeşi, Yâsir ailesi gibi işkence ve baskı altında tuttukları mustaz’afların durumları hakkında azarlayıcı ve başa kakan bir üslûpla şöyle soracaklardır:

Dünya hayatında iken fakirlikleri, zayıflıkları, uyanlarının azlığı sebebiy­le Allah’ın kendilerine hiç bir şekilde rahmette bulunmayacağına dair yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı? İşte bunlar cennetin nimetleri arasında gezin­mekte ve cennetin hayırlarından faydalanmaktadır. Kâfirler ise cehennemin alevli ateşleri içerisinde yanıp duruyorlar.

Daha sonra Yüce Allah yahut da melekler sûr üzerinde bekletilen A’raftakilere şöyle derler: Haydi cennete girin, gelecekte sizin için korku olmadığı gi­bi, halihazırdaki durumdan dolayı da üzülmeyeceksiniz.

Bu karşılıklı konuşmanın faydası, verilecek cezanın amele göre olduğunun açıklanması ile hayır işlerde yarışırcasına önde olmaya teşviktir. Esas ölçünün mal, zenginlik ve kuvvet olmayıp asıl nazarı itibara alınacak olanın salih amel ol­duğunun açıklanmasıdır. İtaatkâr olan kimseler yüzlerinin parlaklığı ile ayırt edi­lecekler, isyankârlar ise yüzlerinin kararmışlığı, toz duman içerisinde oluşu, gözle­rinin morarmışlığı ve hilkat itibariyle tanınmaz hale gelişleriyle bilineceklerdir.