29

٢٩

اَلَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبى لَهُمْ وَحُسْنُ مَابٍ

(29) ellezine amenu ve amilus salihati tuba lehüm ve husnü meab

iman edip salih amel işleyenlere mutluluk ve onlara yurdun güzeli (vardır)

(29) For those who believe and work righteousness, is (every) blessedness, and a beautiful place of (final) return.

1. ellezîne âmenû : âmenû olan kimseler
2. ve amilû es sâlihâti : ve salih amel işleyenler
3. tûbâ : çok güzel, en güzel, ne hoş, gözü aydın, ne mutlu
4. lehum : onlar için, onlara
5. ve husnu : ve en güzeli
6. meâbin : dönüş, dönme yeri, sığınak


AÇIKLAMA
Allah Tealâ, müşrikler için kötü yurt ve cehennemin var olduğunu ifade edince hemen arkasından dünyadaki rızık taksiminin açıklanması ve rızkın iman ve küfürle bir alâkasının bulunmadığının bildirilmesi uygun düşmüştür. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: “Allah Tealâ, dilediği kimsenin rızkını genişletir ve dilediğininkini de daraltır.” Çünkü bunda insanın mümin ve kâfir olmasına bakılmaksızın Allah’ın hikmet ve adaleti söz konusudur. Allah, müminin rızkını imtihan ve ibtilâ sebebiyle, sevabını ve ecrini arttırmak için kısmış olabilir. Yine kâfirin rızkını da birden cezalandırmayıp mühlet vermek ve ahirette onu nimetlerden mahrum etmek için bol vermiş olabilir. Böylece adalet tahakkuk eder. Yoksa kâfirin rızkının genişliği, onun aziz ve şerefli olduğunu, Allah’ın ondan razı olduğunu, müminin darlık içinde olması da onun değersizliğini ve Allah’ın ona gazap ettiğini göstermez. Allah Tealâ, kâfirin rızkı konusun da şöyle buyurmuştur:

“Kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyiliklerde onlar için acele ettiğimizi mi zannederler? Hayır, farkında değiller.” (Mü’minun, 23/56).

“Ayetlerimizi yalanlayanları, bilmedikleri yönden, ağır ağır sonuçlarına yaklaştıracağız.” (A’raf, 7/182).

Allah Tealâ, bundan sonra zenginlik içindeki müşriklerin durumunu beyan etmiştir. “Mekkeli müşrikler, dünya hayatında sahip oldukları nimetlere çok sevinip, onlardan ötürü kibirlenmişler, gözleri başka hiç bir şey görmemiştir. Tabiî ki Allah katındaki nimetleri idrak edememişlerdir. Ancak dünyadaki nimetler, ahiret yanında sadece çabucak yok olup giden basit bir faydadan ibarettir.

İmam Ahmed, Müslim ve Tirmîzi’de Benî Fehr’in kardeşi Müstevrid’in rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Ahiret karşısında dünyanın durumu, birinizin şu parmağını denize daldırması gibidir. O kimse ne elde ettiğine şöyle bir baksın.” Bu sırada Rasulullah (s.a.), şehadet parmağını göstermiştir.

Tirmizî’de İbn Mesûd (r.a.) şöyle der: “Rasulullah (s.a.), hasırın üstünde uyumuştu. Kalktığında bir tarafı hasırın izleriyle doluydu. ‘Yâ Rasülallah (s.a.)! Sana bir döşek hazırlasak!’ dediysek de O ‘Dünyadan bana ne! Benim dünyadaki hâlim, bir ağacın altında gölgelenip yola koyulan, orasını terkedip giden yolcuya benzer.’ buyurdu.”

Allah Tealâ, müşriklerin dünya hayatının sağlamış olduğu menfaatlerle aldandıklarını ve maddiyâtın onların duygularını ve kalplerini körelttiğini belirtirken aldanmanın ve maddenin esiri olmanın kaçınılmaz sonucunu da ifade etmiştir. Şöyle ki müşrikler, Rasulullah (s.a.)’dan peygamberliğinin doğruluğunu gösteren maddî bir mucize istemişlerdir. Çünkü onlar, Kuran’ın tasdik eden bir mucize ve istedikleri hususta kesin bir delil olduğuna inanmıyorlardı. Zira maddeciydiler. Onların nezdinde akla hitabedebilmek imkânsızdı. Bu görüşü ileri sürenler, Abdullah b. Ebî Umeyye ve arkadaşlarıydı.

Allah Tealâ, bu tekliflerini şöylece hikâye eder: “Mekkeli müşrikler, şöyle bir istekte bulunurlar: ‘Muhammed’e de Musa ve İsa (as)’nın mucizeleri gibi bir delil veya herkesi susturan, belirgin, maddî bir mucize indirilmeli değil miydi?’ O kâfirler başka bir sefer de şöyle demişlerdi: “Haydi önceki peygamberler gibi o da bize bir mucize getirsin.” (Enbiya, 21/5).

Allah, onların istediklerini yapmaya elbette muktedirdir. Fakat bir hadis te şöyle buyrulmuştur: “Mekkeli kâfirler, Rasulullah (s.a.)’dan Safa Tepesini altın madenine çevirmesini, pınarlar fışkırtmasını, Mekke’nin etrafındaki dağları uzaklaştırıp yerlerine geniş meralar ve bahçeler yapmasını isteyince Allah, peygamberine şöyle vahyetti: ‘Ey Muhammed! Dilersen onlara bütün bunları veririm. Ancak yine de inkâr ederlerse, âlemlerden hiç kimseye yapmadığım şekilde onlara azab ederim. İstersen de onlara tevbe ve rahmet kapısını açık tutarım. ‘ Rasulullah (s.a.) şöyle dedi: ‘Yâ Rabbi! Onlara tevbe ve rahmet kapısını açık tut.

Allah, onların bu isteklerini reddederek, mucizelerin indirilmesinin hidayet ve sapıklıkla bir alâkasının bulunmadığını, bilâkis her şeyin Allah’ın elinde olduğunu bildirmiştir: “Siz ne kadar inatçı ve inkârda ne kadar kararlısınız! Eğer Allah, hidayete ermenizi istemezse size mucizelerin indirilmesinin hiçbir faydası yoktur. Sizin gibi küfürde kesin kararlı ve inatçı olanların bütün mucizeler indirilse de hidayete ermeleri imkânsızdır. Çünkü dalâlet ve hidayet Allah’ın elindedir. Allah, dilediğini sapıklığa düşürür. Bazı mucizeler indirildikten sonra sizi sapıklığa düşürüp, onlardan ibret almanızı engellediği gibi başka mucizeler indirilirken de sizi saptırır. İnat etmeyi bırakıp hakka veya İslâm’a ya da “Kendisine yöneleni, doğru yola eriştirir.” kavli, “Kendisine selim bir kalp ile dönen kimseyi dinine ve kendisine itaata ulaştırır.” takdirindedir.

Bu ayete benzer pek çok ayet vardır: “Eğer Biz, onlara melekleri indirirsek, ölüler onlarla konuşsa ve her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe yine de inanmazlardı; fakat onların çoğu bunu bilmiyorlar.” (En’am, 6/111). “İnanmayacak bir millete, ayetler ve uyarmalar fayda vermez.” (Yunus, 10/101). “Doğrusu Rabbinin söz verdiği azabı hak edenler, can yakıcı azabı görene kadar kendilerine her türlü belge gelse bile iman etmezler.” (Yunus, 10/96-97).

Allah Tealâ, peşinden hidayeti hak edenleri zikretmiştir: “Allah, Kendisini ve Rasulünü tasdik edenleri, kalpleri içtenlikle, güvenerek ve ümit ederek Allah’ın bir tek olmasıyla ve O’nun vaadiyle sükûnete kavuşanları hidayete ulaştırır. Dikkat edin, müminlerin kalpleri ancak Allah’ı hatırlamak, ayet ve delillerini düşünmek ve mükemmel kudretini yakînen bilmekle huzura kavuşur, onların sıkıntı ve huzursuzlukları yok olur. Zira bu kalplere artık iman nuru yerleşmiştir.” Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: “Sonra hem derileri ve hem de kalpleri Allah’ın zikrine yumuşar ve yatışır.” (Zümer, 39/23). Mümin, Allah’ın cezalandırmasını hatırladığı zaman korkar. Allah şöyle buyurmuştur: “Müminler ancak, o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer.” (Enfal, 8/2). Yine mümin, Allah Tealâ’nın sevap ve rahmet vaadini hatırladığında kalbi huzura kavuşur ve sükûnete erer. “Ayetleri okunduğu zaman bu onların imanlarını arttırır ve Rablerine güvenirler.” (Enfal, 8/2).

Allah Tealâ, müminlerin mükâfatını bildirerek şöyle buyurmuştur: “İman eden ve sâlih amel işleyen kimseler için hoş bir hayat, nimetler, iyilikler, güzel ecirler ve dönülecek güzel bir yer vardır.”

İbn Abbâs (r.a.)’ın görüşüne göre “Tûbâ” cennettir. Cennetde bir ağaç olduğu görüşü de ondan rivayet edilmiştir. Kurtubî, Tûbânın cennette bir ağaç olduğu görüşünü tercih etmiş ve şöyle demiştir: “Doğru görüş, onun ağaç olması dır. ” Çünkü bu hususta Utbe b. Abdussulemî’den merfû olarak rivayet edilen şu hadis mevcuttur: ” ‘Tûbâ’ ismi verilen ağaç, ne güzel ağaçtır.” Süheylî’nin belirttiğine göre bu hadis sahihtir.

Yine İmam Ahmed, Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’den merfû olarak şu hadisi rivayet etmiştir: ” ‘Tûbâ’, cennette bir ağaçtır. 100 yıllık bir mesafeyi kaplar. Cennet ehlinin elbiseleri, onun yemiş kapçıklarından çıkar.”

Buharî ve Müslim, Sehl b. Sa’d (r.a.)’den, Rasulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Muhakkak ki cennetde yolcunun gölgesinde 100 yıl yürüyüp de katedemediği bir ağaç vardır.” Allah’ın ihsanına ve kudretine sınır yoktur.

Neseî hariç Kütübi Sitte’de Ebû Hureyre (r.a.)’nin rivayet ettiği hadise göre cennette “Orada gözün görmediği, kulağın işitmediği ve insan aklının düşünemediği nice şeyler vardır.”