34

٣٤

اِنَّ اللّهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَ وَيَعْلَمُ مَا فِى الْاَرْحَامِ وَمَا تَدْرى نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرى نَفْسٌ بِاَىِّ اَرْضٍ تَمُوتُ اِنَّ اللّهَ عَليمٌ خَبيرٌ

(34) innellahe indehu ilmüs saah ve yünezzilül ğays ve ya’lemü ma fil erham ve ma tedri nefsüm maza teksibü ğada ve ma tedri nefsüm bi eyyi erdin temut innellahe alimün habir
Şüphesiz Allah’tadır katında kıyametin ilmi yağmur (bulutunu nasıl, ne şekilde) indireceğini de rahimden var olanın (ne maksatla yarattığını da) bilir hiçbir nefis bilemez yarın kazancının ne olduğunu ve hiçbir nefis yeryüzünün neresinde ve nasıl öleceğini bilemez gerçekten Allah bilen, haberi olandır

(34) Verily the knowledge of the Hour is with Allah (alone). It is He Who knows rain, and He Who knows what is in the wombs. Nor does any one know what it is that he will earn on the morrow: nor does any one know in what land he is to die. Verily with Allah is full knowledge and He is acquainted (with all things).

1. innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
2. inde-hu : onun yanında, katında
3. ilmu es sâati : saatin ilmi, bilgisi
4. ve yunezzilu : ve indirir
5. el gayse : yağmur
6. ve ya’lemu : ve bilir
7. : şey
8. fî el erhâmi : rahimlerde
9. ve mâ tedrî : ve idrak etmez, idrak edemez, bilmez, bilemez
10. nefsun : nefs, kişi, kimse
11. mâzâ : ne(ler)
12. teksibu : kazanır
13. gaden : yarın
14. ve mâ tedrî : ve idrak etmez, idrak edemez, bilmez, bilemez
15. nefsun : nefs, kişi, kimse
16. bi eyyi : hangi, nerede
17. ardın : arz, yeryüzü
18. temûtu : ölür
19. innallâhe (inne allâhe) : muhakkak ki Allah
20. alîmun : en iyi bilen
21. habîrun : haberi olan, haberdar


SEBEB-İ NÜZUL

Badiye (çöl) halkından olan el-Hâris ibn Amr ibn Harise hakkında nazil olmuştur. Bir gün Hz. Peygamber (sa)’e gelmiş ve O’na kıyameti ve ne zaman kopacağını sorup şöyle devam etmişti: “Topraklarımız kurudu, kuraklaştı, ne zaman yağmur yağacak; hanımımı hamile olarak bırakıp gelmiştim, o ne doğu­racak; Nerede doğduğumu biliyorum, peki acaba nerede öleceğim?” İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Mukâtil’den ri­vayetle hadiseyi zikreden Kurtubî bu bedevînin adını el-Vâris ibn Amr ibn Ha­rise olarak vermiştir.

Yine Vâhidî’nin kendi isnadıyla İyâs ibn Seleme’den rivayetinde o şöyle anlatıyor. Babam, Hz. Peygamber (sa) ile beraberken hamile bir kısrağı yederek bir adam geldi, beraberinde de bir tay daha vardı. Onları satmak üzere getirmişti. Hz. Peygamber (sa)’e: “Sen kimsin?” diye sordu. O: “Ben Allah’ın peygamberiyim.” buyurdu. O: “Allah’ın peygamberi de ne demek?” diye sordu. Efendimiz: “Yani Allah’ın elçisi.” buyurdu. O: “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu. Rasûl-i Ekrem: “O gaybdır ve gaybı ancak Allah Tealâ bilir.” buyurdular. O: “Peki ne zaman yağmur yağacak?” diye sordu. Efendimiz: “Gaybdır, gaybı da ancak Allah bilir.” buyurdular. Adam bu sefer: “Şu kısrağımın karnındaki nedir?” Efendimiz yine: “Gaybdır ve gaybı da ancak Allah bilir.” buyurdular. Adam: “Bana kılıcını göster.” dedi. Hz. Peygamber de kılıcını o adama verdi. Adam kılıcı şöyle bir kınından çıkarıp salladı, sonra da Hz. Peygamber (sa)’e geri verdi. Hz. Peygamber (sa): “Amma, sen elbette istediğini yapmaya güç yetiremezsin.” buyurdular. Meğer onu bir adam: “Ona bu soruları sor, sonra da boynunu vur.” diyerek göndermiş. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.


AÇIKLAMA

“Ey insanlar! Allah’tan korkun. Ne babanın evlâdına, ne de evlâdın babasına hiçbir yardımda bulunamayacağı günden sakının.” Ey mümin ya da kâfir insanoğulları! Sizi yaratan, size rızık veren ve bu kâinatı sizin em­rinize veren Rabbinizden korkun. Onun cezasından sakının. Son derece şiddetli olan, hiçbir babanın evlâdına fayda veremeyeceği, canını bile feda etse kabul edilmeyecek olan; hiçbir evlâdın babasına fayda veremeyeceği, canını bile feda etse kabul edilmeyecek olan kıyamet gününden korkun.

Cenab-ı Hak daha sonra bu günün kesinlikle meydana geleceğini ha­ber vererek şöyle buyurdu:

“Şüphesiz ki Allah’ın vaadi haktır.” Yani Allah’ın diriliş, sevap ve ceza ile ilgili vaadi elbette meydana geleceği kesin, değişmez bir husus olup bunda hiçbir şüphe yoktur. Onun vaadinde asla geri dönüş yoktur.

Korkutmanın gereği bugün için hazırlanmak ve dünyaya bağlanmayı terketmektir. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Sakın sizi dünya hayatı aldat­masın. Sakın o mağrur şeytan Allah ‘a güvendirerek sizi aldatmasın.” Yani sakın sizi dünyanın ziyneti aldatmasın. Ahiret için hazırlanmayı terkederek dünya ile huzur bulup ona tamamen meyletmeyin. Şeytan sizi Allah’ın hilim sahibi olması ve size mühlet vermesiyle aldatmasın. Şeytan size bağışlanma vaadinde bulunur. Masiyeti size süslü göstererek sizi isyana sevkeder. Size ahireti unutturur. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Şeytan onlara vaadde bulunuyor, onları kuruntulara düşürüyor. Şey­tan sadece onları aldatmak için vaadde bulunmaktadır.” (Nisa, 4/120).

Bu ayette dünyanın süsleri ve geçici zevkleriyle aldatıcı olduğuna ve şeytanın vesveseleriyle insanları ahiretten ve salih amel işleyerek ahiret için azık hazırlamaktan vazgeçirmek için dünyaya aldanmayı güçlendirir.

Bir görüşe göre “garûr” dünyadır. Bir başka görüşe göre, masiyete kar­şı bağışlanma temennisidir. Allah’ın rahmetine ya da bir şefaatçinin şefa­atine güvenme, yahut Allah ve Rasulü’nü amel olmaksızın kalben seven bir mümin olduğuna güvenme şeklinde batıl kuruntulardır.

Said b. Cübeyr diyor ki: Allah’la aldanmak kişinin, Allah mağfiret eder, deyip masiyete devam etmesidir.

Kur’an bu temennileri şu ayetle reddetti: “Bu, sizin kuruntularınıza ve Kitap Ehli’nin kuruntularına göre değildir. Kim kötülük yaparsa, cezasını görür. Kendisine Allah’tan başka ne dost, ne de yardımcı bulur.” (Nisa, 4/123)

Allah Tealâ daha sonra ilmini kendisine ayırdığı ve O bildirmeksizin hiçbir kimsenin bilemeyeceği gayb konularını zikrederek şöyle buyurmuştur:

1- “Kıyametin ne zaman kopacağına dair bilgi, ancak Allah katındadır.” Yani kıyametin vaktine ait bilgi Allah Tealâ’ya mahsustur. Onun vak­tini O’ndan başka ne mukarreb melek, ne gönderilen bir peygamber, ne de başka hiçbir kimse bilemez. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Onun vaktini ancak, O ortaya çıkarır.” (A’raf, 7/187).

2- Yağmuru O indirir.” Yani yağmurun indirilme vaktini ve onun be­lirli yerini bilmek sadece Allah Tealâ’ya mahsustur. Bunu ancak Allah bilir. O emrederse; bunu, bununla görevli melekler ve mahlûkatından Allah’ın dilediği kimseler bilirler.

Ancak günümüzdeki hava durumu raporları bazı hesaplama ve belir­tilere, nem oranı ve rüzgâr hızını tesbit eden bazı ihtisas organlarının elde ettikleri bilgilere dayanmaktadır. Bu ise gaybın bilinmesi olmayıp sadece zan ve tahminden ibarettir. Bunun zıddı meydana gelebilir. Ayrıca bunu bilmek yağmur yağmasından az önce mümkün olmakta, burada rüzgârla­rın yönleri meselâ kuzeyden veya batıdan gelen düşük basınç dikkate alınmaktadır.

3- “Rahimlerde olanı O bilir.” Yani rahimlerde bulunan ceninin özellik­leri ve ona arız olan tabiat ve sıfatlar, erkeklik dişilik, yaradılışın tam ve noksan olması gibi durumları sadece Allah bilir. Zira bilim adamlarının kimyasal analizlerle ceninin erkek ve dişi olacağı bilgisine ulaşmaları, gaybı bilmeleri anlamında değildir. Bu ancak deney, tecrübe ve aletlerle “olan, oluşumu tamamlanan vakıaların” bilgisine ulaşmaktır. Diğer pek çok durum ise bilim adamlarına meçhul kalmakta, ancak doğumdan sonra bilin­mektedir.

Kurtubî diyor ki: Uzun deneylerle hamilelik esnasında ceninin erkek ve dişiliği gibi şeyler bilinebilir.

4- “Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez.” Yani hiçbir kimse ya­rın dünya ve ahireti hakkında hayır ya da şer ne elde edeceğini bilemez.

5- “Hiçbir kimse nerede öleceğini de bilemez.” Yani hiçbir kimse öleceği yeri, kendi beldesinde mi, ya da Allah’ın beldelerinden bir başka beldede mi öleceğini bilmez. Hiçbir kimsenin buna dair hiçbir bilgisi yoktur.

Rivayete göre ölüm meleği Hz. Süleyman’a uğradı. Meclisteki arka­daşlarından birine bakmaya başladı. Devamlı ona bakıyordu. Adam:

– Bu kim? diye sordu. Hz. Süleyman:

– Ölüm meleği, diye cevap verdi. Adam:

– Sanki o benim canımı almayı istiyor, dedi. Hz. Süleyman’dan kendisi­ni rüzgâra yükleyip Hint diyarına atmasını istedi. Hz. Süleyman da bunu yaptı.

Daha sonra ölüm meleği Hz. Süleyman’a:

– Bu adama devamlı bakmam, hayretim sebebiyle idi. Çünkü ben onun ruhunu Hindistan’da almakla emrolunmuştum. Halbuki o ise, senin yanında idi. (Hindistan’a gittiğimde onu orada buldum.)

“Şüphesiz ki Allah her şeyi gayet iyi bilir, her şeyden haberdardır.” Ya­ni Allah’ın ilmi sadece bu beş şeye mahsus değildir. Bilakis O, her şeyi mutlak olarak bilir. O’nun ilmi sadece eşyanın zahirine ait bir bilgi değil­dir. Bilakis O’nun ilmi her şeyden haberdardır. İşlerin açık olan taraflarını da, gizli olan taraflarını da bilir.

Anlaşıldığı gibi Cenab-ı Hak “alime” ve “ya’lemu” kelimelerinde “ilim” vasfını Allah’a tahsis etmekte, “Hiçbir nefis bilmez.” mealindeki ayette “ma tedrî” kelimesiyle dirayeti kula ait kılmaktadır. Zira “dirayet” fiilinde hile ve çarelere başvurma manası da bulunmaktadır. Buna göre ayetin manası: Hile ve çarelerine başvursa bile, hiçbir nefis bilemez, demektir.

Bu ayetin benzeri şu ayettir: “Gaybın anahtarları Allah’ın katındadır. Onları ancak O bilir. O, karada ve denizde olanları bilir. Düşen hiçbir yap­rak yoktur ki Allah onu bilmesin. Yerin karanlıklarında olan her tane kuru ve yaş her şey mutlaka apaçık bir kitapta kayıtlıdır.” (En’am, 6/59).

Buhari ve Müslim, Abdullah ibni Ömer (r.a.)’den Peygamberimiz (s.a.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Gaybın anahtarları beş tane olup bunları Allah’tan başka hiçbir kimse bilemez: Kıyametin ne zaman kopaca­ğına dair bilgi, ancak Allah katındadır. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse nere­de öleceğini de bilmez. Şüphesiz Allah her şeyi gayet iyi bilir, herşeyden ha­berdardır. “

Anlaşıldığına göre bu beş husus öldükten sonra dirilişin isbatı için Kur’an’da tekrarlanan şu iki delili içine almaktadır:

Birincisi: Yeryüzünün ölümünden sonra diriltilmesi. Zira Allah Tealâ burada “O yağmuru indirir.” buyurmaktadır. Bir başka surede ise şöyle bu­yuruyor: “Allah’ın rahmetinin eserlerine bak. O ölümünden sonra yeryüzü­ne nasıl canlılık vermektedir. Bunu yapan elbette ölüleri de diriltebilir.” (Rum, 30/50); “O ölümünden sonra yeryüzüne canlılık verir. İşte böylece -ka­birlerden- çıkarılırsınız.” (Rum, 30/19).

İkincisi: İlk defa yaratma. Zira Cenab-ı Hak burada: “Rahimlerde ola­nı O bilir.” buyuruyor. Bir başka yerde ise “Yaratıkları ilk defa vareden, sonra da onları diriltecek olan O’dur.” (Rum, 30/27) buyuruyor. Yine şöyle buyuruyor: “De ki. Yeryüzünde dolaşın. Onun ilk defa yaratıkları nasıl varettiğine bakın. Sonra Allah son defa varedecektir.” (Ankebut, 29/30).