18

١٨

حَتّى اِذَا اَتَوْا عَلى وَادِ النَّمْلِ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْ لَايَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمنُ وَجُنُودُهُ وَهُمْ لَايَشْعُرُونَ

(18) hatta iza etev ala vadin nemli kalet nemletün ya eyyühen nemlu dhulu mesakineküm la yahtimenneküm süleymanü ve cünudühü ve hüm la yeş’urun
Hatta varılınca karınca vadisine dişi bir karınca dedi ey karıncalar! yuvalarınıza giriniz sizi sakın ezip çiğnemesin süleyman ve orduları kendileri (sizi) fark etmeyerek

(18) At length, when they came to a (lowly) valley of ants, one of the ants said: O ye ants, get into your habitations, lest Solomon and his hosts crush you (under foot) without knowing it.

1. hattâ : sonunda, olunca
2. izâ : olduğu zaman
3. etev : geldiler
4. alâ vâdin nemli : karınca vadisine
5. kâlet : dedi
6. nemletun : bir karınca
7. yâ eyyuhâ : ey
8. en nemlu : karıncalar (topluluğu)
9. udhulû : girin
10. mesâkine-kum : meskenleriniz, yuvalarınız
11. lâ yahtımenne-kum : sakın sizi ezmesin
12. suleymânu : Süleyman
13. ve cunûdu-hu : ve onun orduları
14. ve hum : ve onlar
15. lâ yeş’urûne : farkında olmazlar