93

٩٣

لَيْسَ عَلَى الَّذينَ امَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ فيمَا طَعِمُوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَامَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَامَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُوا وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنينَ

(93) leyse alellezine amenu ve amilus salihati cünahun fima taimu iza mettekav ve amenu ve amilus salihati sümmettekav ve amenu sümmettekav ve ahsenu vallahü yühabbül muhsinin

o kimselere yoktur iman edip salih amel işleyenlere tattıkları şeyden günah (yoktur) sakındıkları zaman iman edip yararlı işler yapmaya sonra takva ile imanlarını (güçlendirdiklerinde) sonra takva ile yararlı işler (yaptıklarında) Allah iyilik yapanları sever

(93) On those who believe and do deeds of righteousness there is no blame for what they ate (in the past), when they guard themselves from evil, and believe, and do deeds of righteousness, (or) again, guard themselves from evil and believe, (or) again, guard themselves from evil and do good. For Allah loveth those who do good.

1. leyse : yoktur, değil
2. alâ ellezîne âmenû : Allâh’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenlerin üzerine
3. ve amilû es sâlihâti : ve sâlih amel (nefsi ıslâh edici amel) yaptılar
4. cunâhun : bir günah
5. fî-mâ : şeyler hakkında
6. taimû : yemeleri
7. izâ mâ ittekav : takvâ (1.takva) sahibi olmadıkları zaman
8. ve âmenû : ve âmenû olun! yaşarken Allâh’a teslim olmayı, ulaşmayı dileyin
9. ve amilû es sâlihâti : ve sâlih ameller (nefsi tezkiye edici ameller) yapın!
10. summe ittekav : sonra takvâ sahibi olun (Vechinizi Allâh’a teslim ederek 2. takvâya ulaşın!)
11. ve âmenû : ve âmenû olun!
12. summe ittekav : sonra takvâ sahibi olun (Nefsinizi Allâh’a teslim ederek 3. takvâya ulaşın!)
13. ve ahsenû : ve ahsen olun!
14. ve allâhu yuhibbu : ve Allâh (c.c.) sever
15. el muhsinîne : muhsinleri (ahsen olmuş olanları, 3. takvâya ulaşanları)

لَيْسَ yokturعَلَى الَّذِينَ آمَنُوا iman edipوَعَمِلُوا işleyenlereالصَّالِحَاتِ salih amellerجُنَاحٌ bir günahفِيمَا طَعِمُوا tattıklarından dolayıإِذَا مَا اتَّقَوْا sakınırوَآمَنُوا iman ederوَعَمِلُوا ve işlerler deالصَّالِحَاتِ salih amelثُمَّ sonraاتَّقَوْا sakınıpوَآمَنُوا iman ederثُمَّ ardındanاتَّقَوْا sakınarakوَأَحْسَنُوا iyilik ederlerseوَاللَّهُ şüphesiz Allahيُحِبُّ severالْمُحْسِنِينَ iyilik edenleri


SEBEB-İ NÜZUL

Ebu Davud et-Tayâlisî’nin kendi isnadıyla el-Berâ (ibn Azib)’den rivaye­tinde o şöyle anlatıyor: İçkinin haram kılındığına dair âyet nazil olunca “Haram kılınmazdan önce içenlerin durumu nasıl olacak?” diye sordular da bu âyet nazil oldu.

İbn Abbâs’tan rivayette de içki ve kumarın haram kılındığını bildiren âyet nazil olup da içki ve kumarın “şeytanın işinden bir pislik ve murdar olduğu” bildirilince bazı müşkilpesent kimselerin: “Madem içki şeytanın işinden bir pis­liktir. O halde daha önceleri, bu bize bildirilmezden önce içki içen, sonra da karnında içki ile Bedr’de ve Uhud’da ölenlerin durumu ne olacak?” demeleri üzerine Allah Tealâ: “İman edip de güzel güzel ameller işleyenler, (haramlar­dan) sakındıkları, iman edip güzel güzel ameller işledikleri, sonra yine takva üzere olup iman ettikleri ve güzel güzel ameller işledikleri takdirde (önceden) tattıklarında üzerlerine hiçbir suç yoktur.” âyet-i kerimesini indirmiştir. Katâde’den gelen rivayette Hz. Peygamber (sa)’e bu soruyu soran kimse­lerin: “Biz, içki içip de haram kılınmazdan önce Bedr’de ve Uhud’da ölen kar­deşlerimizin cennet ehlinden olduklarına şehadet ederiz.” dedikleri ayrıntısı da yer almaktadır.

Hammâd kanaliyla Enes ibn Mâlik’ten rivayetiyle gelen bir haberde de hem içkinin haram kılındığını, hem de bu haram kılınmadan önce içen ve ölen­lerin içki yüzünden kazandıkları günahın bağışlandığını haber veren âyetlerin nüzulü hadisesini o şöyle anlatıyor:

İçki haram kılındığı gün Ebu Talha’nın evinde, oradakilere içki dağıtan bendim. Ebu Talha, Ebu Dücâne, Muâz ibn Cebel, Süheyl ibn Beydâ Ebu Ubeyde ibnu’l-Cerrâh ve Übeyy ibn Ka’b’ın da bulunduğu Ansardan bir grup içki içiyorlardı. O zamanda onların içkileri hurma kurusundan yaptıkları fadîh denilen bir içkiden ibaretti. Dışardan bir münadinin bir duyuruda bulunduğunu işittik. Ebu Talha bana: “Çık bir bak.” dedi. Çıktım, baktım birisi bağırıyor: “Ey insanlar uyanık olunuz, içki haram kılındı.” Ravi der ki: Medine sokakları o gün adeta içki aktı. Enes anlatmaya şöyle devam ediyor: Ebu Talha bana: “Çık, içki­leri sokağa dök.” dedi. Ben de çıktım ve içkileri dışarı (sokağa) döktüm. Bazı kimseler: “Filân filân karınlarında içki ile öldüler (peki onların durumu ne ola­cak)?” dediler de bunun üzerine Allah Tealâv İman edip de güzel güzel ameller işleyenler, (haramlardan) sakındıkları, iman edip güzel güzel ameller işledikleri, sonra yine takva üzere olup iman ettikleri ve güzel güzel ameller işledikleri tak­dirde (önceden) tattıklarında üzerlerine hiçbir suç yoktur” âyet-i kerimesini in­dirdi.

Aynı hadise Taberî tefsirinde Katâde kanalıyla yine Enes ibn Mâlik’in ağ­zından ayrıntılarda küçük farklarla şöyle nakledilmektedir:

Ben bir içki meclisinde kadehleri Ebu Talha, Ebu Ubeyde ibnu’l-Cerrâh, Muâz ibn Cebel, Süheyl ibn Beyzâ ve Ebu Dücâne arasında dolaştırıyordum. İçtikleri hurma şarabından bir kısmı sızmış, başları yana düşmüştü. O sırada dışardan bir münadinin: “Ey insanlar, uyanın, içki haram kılındı.” diye bağırdı­ğını duyduk. Meclisimize dışardan ne kimse girdi, ne de meclisten kimse dışarı çıktı. Hemen içkileri döktük, içki kaplarını kırdık; kimimiz abdest aldı, kimimiz gusletti, Ümmü Suleym’in kokularından sürünüp içki kokusunu giderdik, sonra da Mescid-i nebeviye gitmek üzere meclisten çıktık. Bir de Mescide vardık ki Allah’ın Rasûlü (sa) “Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden bir pisliktir. Onun için bunlardan sakının ki felaha eresiniz.” âyetini okuyor. Bir adam: “Ey Allah’ın elçisi, bizden, içki içerken daha önce (bu haram kılmadan önce) ölenin yeri (makamı) ne olacak?” diye sordu da Allah Tealâ “İman edip de güzel güzel ameller işleyenler, (haramlardan) sakındık­ları, iman edip güzel güzel ameller işledikleri, sonra yine takva üzere olup iman ettikleri ve güzel güzel ameller işledikleri takdirde (önceden) tattıklarında üzer­lerine hiçbir suç yoktur.” âyet-i kerimesini indirdi. O sırada mecliste bulunan bir adam Katâde’ye: “Sen bunu Enes ibn Mâlik’ten işittin mi?” diye sordu. Katâde: “Evet. Bir adam da Enes ibn Mâlik’e: “Sen bunu Allah’ın Rasûlü’nden işittin mi?” diye sormuş da o: “Evet, bana bunu yalan söylemeyen (Allah’ın Rasûlü) nakletti. Allah’a yemin ederim ki biz yalan söylemezdik, yalan nedir de bilmez­dik.” demiş.” diye cevap vermiş.

Bu rivayetlerin muhassalası içkiyi, kumarı ve fal oklarıyla fal çekmeyi yasaklıyan ve bu yasaktan öncekilerin ma’füvv olduğunu bildiren bu âyet-i ke­rimelerin Uhud gazvesinden bile daha sonra nazil olduğudur.


AÇIKLAMA

İmam Ahmed, Ebu Hureyre’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.) Medine’ye geldiğinde Medineliler şarap içiyor, kumar parası yiyorlardı. Resulullah (s.a.)’a bunlar hakkında soru sordular. Bunun üzerine Yüce Allah “Sana içki ve kumar hakkında soru soruyorlar…” (Bakara, 2/219) ayetini indirdi. Bu sefer halk, bize haram kılınmadı, sadece büyük bir günahtır diye buyuruldu, dediler. Bu halde içki içmeye devam ettiler. Nihayet günlerden bir gün muhacirlerden bir kişi akşam namazında arkadaşlarına imam olup na­maz kıldırdı. Kur’an okumayı karıştırdı. Yüce Allah bundan daha ağır bir hü­küm ihtiva etmek üzere şu ayet-i kerimeyi indirdi: “Ey iman edenler! Ne söyle­diğinizi bilinceye kadar… sarhoşken namaza yaklaşmayınız.” (Nisa, 4/43). Daha sonra bundan da daha ağır bir hüküm ihtiva eden şu ayet-i kerimeler indirildi:

“Ey iman edenler! Şarap, kumar… şeytanın pis işlerindendir. Artık vazgeçtiniz değil mi?” Bu sefer vazgeçtik ey Rabbimiz, dediler. Bunun üzerine insanlar, ey Allah’ın rasulü Allah yolunda öldürülen ya da yataklarında ölen bir takım kim­seler vardır ki, bunlar içki içiyor ve kumar oynuyorlardı. Allah ise bunları şey­tanın işlerinden bir pislik olarak nitelendirdi. Bunun üzerine Yüce Allah: “İman edip de salih amel işleyenler… üzerlerine hiç bir vebal yoktur” ayetini so­nuna kadar indirdi.

Nesaî, Beyhakî, Abd b. Humeyd, İbni Cerîr, İbnü’l-Münzir, İbni Mürde-veyh de İbni Abbas’tan şöyle dediğini rivayet ederler: Şarabın haram kılınışı iç­ki içen Ensar kabilelerinden iki kabile hakkında indi. Bunlar sarhoş olup biri-birlerine karşı olmadık işler yaptılar. Ayıktıklannda herkes yüzünde, başında, sakalında içkili halin bir etkisini görüp şöyle demeye başladı: Bana bunu filan kabile mensubu yaptı. Halbuki bu kimseler daha önce kalplerinde birirlerine karşı en ufak bir kin bulunmayan kardeş kimselerdi. Bu sefer şöyle demeye ko­yuldular: Allah’a yemin ederim, şayet kardeşim bana şefkatli, merhametli bir kimse olsaydı bana bunları yapmazdı. Sonunda kalplerine kin yerleşti, bunun üzerine Yüce Allah şu, “Ey iman edenler! Şarap, kumar…şeytanın pis işlerin­dendir. ” ayetini indirdi.

Bu konuda işi zorlaştırmaya ve yasağı kendilerinin dışında tutmaya mey­leden bazı kimseler, “Bu bir pisliktir ve filân kişinin karnında yer etmişti. O da Uhud günü öldürüldü” demeye koyuldular. Bunun üzerine Yüce Allah “İman edip de salih ameller işleyenler sakındıkları… takdirde tattıklarından üzerleri­ne hiç bir vebal yoktur” ayetini indirdi.

İbni Cerîr de bir topluluktan şöyle dediklerini rivayet etmektedir: Şu içki­yi haram kılan ayet-i kerime Sa’d b. Ebî Vakkas sebebiyle nazil olmuştur: Sad b. Ebî Vakkas içki içtikleri bir kişi ile tartışmaya koyulmuştu. Arkadaşı deve­nin kemiği ile ona vurdu, burnunu kırdı ya da onu yaraladı. Bu ayet-i kerime onlar hakkında nazil oldu.

Yine Taberî ve İbni Merdûveyh Hz. Sad’dan şöyle dediğini rivayet ederler: Ensar”dan birisi yemek hazırladı ve bizi yemeğe davet etti. Sarhoş oluncaya ka­dar şarap içti. Ensar ve Kureyş karşılıklı olarak övünmeye başladılar. Ensar, “Biz sizden daha faziletliyiz” dediler. Sonunda Ensar’dan bir adam bir devenin çene kemiğini alıp bunu Sad’ın burnuna vurdu. Sad’ın burun kemiği çatladı. Sad’ın burun kemiği çatlak idi. Bunun üzerine şu “Ey iman edenler! Şarap, ku­mar… şey tanın pis işlerindendir.” ayeti nazil oldu

Buharî de Enes’ten şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ebu Talha’nın evin­de içki içenlere şakilik ediyordum. İçkinin haram kılındığına dair emir nazil olunca bir münadiye bunu çevreye bildirmesi emrolundu. Ebu Talha “Dışarı çık da bu ses nedir diye bir bak” dedi. Ben de dışarı çıktım ve dedim ki: “Bu, şunu bilin ki şarap haram kılındı diye seslenen bir münadidir.” Bana “Haydi git şarabı dök” dedi. O sırada şarap, çatlatılan ve ateş üzerinde kaynatılmadan ısla­tılarak suda bırakılan taze hurmadan yapılıyordu. (Enes) Der ki: Şarap Medi­ne sokaklarında aktı. Bazıları da, “Bir takım kimseler, içki karınlarında bulun­duğu halde öldürüldü” dediler. Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah da “îman edip de salih amel işleyenler sakındıkları… takdirde taptıklarından üzerlerine hiç bir vebal yoktur” buyruğunu indirdi.

Yüce Allah içki ve kumarı yasaklayarak şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler! Şüphesiz şarap ve sarhoşluk verici bütün içkiler, bütün çeşitleriyle kumar, yanında kurbanların kesildiği putlar, uğur ya da uğursuzluğu anlamak için çekilen fal okları Allah’ın gazap ettiği ve hoşlanmadığı pislik şeylerdir. Bunlar şeytanın işlerindendir yani onun hoş ve güzel gösterdiği şeylerdendir. Haydi bu pisliği artık terk ediniz. Kendinizi arındırmak, bedenlerinizin esenli­ği ve aranızdaki sevgi sebebiyle belki umduğunuzu elde eder, kurtuluşa nail olursunuz.

Hamr (şarap), kaynatıldığında sertleşen ve köpüklenen pişirilmemiş üzüm suyunun adıdır. Cumhurun görüşüne göre bu isim, aklı gideren sarhoşluk veri­ci her içki hakkında kullanılır. Hanefîlerin görüşü ise şöyledir: Şarap, haram kılındığı sırada Araplar üzüm suyundan yapılan şarabın dışındaki içkileri bil­miyorlardı. O bakımdan şarap (hamr) yalnız bu türün adıdır. Bu türden olma­yıp aklı giderme özelliğine sahip olan içkilere ise hamr denilmez. Çünkü Hane­fîlerin görüşüne göre dildeki kelimelerin kapsamı kıyas yolu ile sabit olmaz. Onlara göre sarhoşluk veren şeyler de haramlık kapsamı içerisindedir. Çünkü şarabın illeti sarhoşluk vermesidir, yoksa sarhoşluk veren şey hamr olduğun­dan dolayı değildir  Bu, İbni Ömer’in de görüşüdür.

Cumhurun görüşüne göre ise hamr, aklı gideren ve etkileyip gerileten her şeyin adıdır. Üzüm suyu dışındaki içkiler de nas ile haramdır. Çünkü Yüce Allah “Şarap, kumar… şeytanın pis işlerindendir.” diye buyurmaktadır. Hz. Ömer’in görüşü de budur. O der ki: Şarap haram* kılındığında, üzümden, hur­madan, baldan, arpadan ve buğdaydan olmak üzere beş şeyden yapılırdı. Şarap (hamr) denilen şey ise aklı gideren her şeydir. Bu aynı zamanda İbni Abbas’m da görüşüdür. Resulullah (s.a.) Ahmed ve Nesaî dışında Sünen sahiplerinin en-Nu’man b. Beşîr yoluyla rivayet ettiklerine göre şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz buğdaydan şarap olur, arpadan şarap olur, kuru üzümden şarap olur, hurma­dan şarap olur ve baldan da şarap olur.” Aynı şekilde Buharî dışında Kütüb-i Sitte sahipleriyle İmam Ahmed’in rivayetine göre Ebu Hureyre şöyle demiştir: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Şarap şu iki ağaçtan, hurma ağacı ile üzüm ağacından (alınan meyveden) yapılır.” Ahmed, Müslim ve İbni Mace dı­şında Sünen sahipleri de İbni Ömer’den Resulullah (s.a.)ın şöyle dediğini riva­yet ederler: “Sarhoşluk veren her şey hamrdır, ve her hamr haramdır.”

Cumhur bu konudaki görüşlerine bağlı olarak şunu belirtirler: Sarhoşluk veren her şey, Yüce Allah’ın, “şeytanın pis işlerindendir” buyruğu gereği pistir, murdardır ve bunların içilmesinden dolayı haddin uygulanması gerekir. Hane­fîlerin görüşüne göre de aynı şekilde pişirilmemiş, çiğ olan ve sarhoşluk veren şeyler, taze hurmadan yapılan içki ve yan pişirilmiş bazek ile pişirilmemiş ku­ru üzüm ve kuru hurmadan yapılmış şaraplar da tıpkı şarap gibi pistirler. Ter­cihe değer görülen bir rivayete göre bu aynı zamanda Ebu Hanife’nin de görü­şüdür. Çünkü Ebu Hanife bunların azının da çoğunun da içilmesini haram ka­bul eder. O bakımdan bunların bir dirhem miktarından fazla olan kısmın necaseti affedilmez. Pişirilmiş olan ve müselles denilen üzüm suyu ya da tilâ (3/2’si gidip geriye 3/1’i kalan pişirilmiş üzüm suyu) ile üzerine su eklenip inceltilen tilânın adı olan cumhûrî ise Ebu Hanife ile Ebu Yusuf a göre necis değildir.

İmam Muhammed ise sarhoşluk veren bütün içkileri haram kabul eder. Hanefi mezhebinde de onun görüşüne göre fetva verilir. Çünkü Ahmed ve Sü­nen sahiplerinin Hz. Cabir yoluyla yaptıkları rivayete göre Peygamber Efendi­miz şöyle buyurmuştur: “Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır.” Hanefî-ler ittifakla şunu belirtirler: Şarap dışında sarhoşluk veren içeceklerin içilme-siyle, sarhoşluk vermedikçe içki haddi uygulanmaz. Çünkü el-Ukaylî’nin riva­yet ettiği bir hadiste şöyle denilmektedir: “Şarap aynı ile (maddesiyle) ve her türlü içkiden de sarhoşluk haram kılınmıştır.” Ancak bu illetli bir hadistir ya da İbni Abbas’a mevkuftur.

Hurma ve üzümden yapılan nebîz, eğer sarhoşluk verecek dereceye ulaşır­sa, haram olur. Şayet hamr derecesine ulaşmaz ve sarhoşluk vermezse -kuru üzümü iki gün ıslatmak suretiyle elde edilen tabiî hoşaf gibi- o takdirde bu he­lâldir.

Meysir (kumar) de aynı şekilde haramdır. Kumarın bütün türleri meysir kapsamına girer. Hatta bazılarınca küçük çocukların cevizle oynamaları bile meysire dahil edilmiştir. Ali (r.a.)’in de şöyle dediği rivayet edilmektedir: “Sat­ranç da meysir tütündendir.” Aynı şekilde belli bir mal karşılığı olduğu takdir­de zar oyunu da böyledir. Şayet satranç veya zar mal mukabili oynanmayacak olursa da cumhur yine haram kabul eder. Çünkü böyle bir oyun bile insanları düşmanlık ve kine düşürür. Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoyar. Şafiî, za­man kaybına sebep olduğundan dolayı satrancı mekruh kabul eder.

Kabe’nin etrafında dikili bulunan taşların adı olan ensab (heykeller) da bir pisliktir. Çünkü cahiliye dönemi Arapları bunları tazim eder ve onların ya­nında kurban keserlerdi.

Aynı şekilde fal okları da böyledir. Çünkü onlar bu fal oklarıyla kısmetleri­ni araştırırlardı. Bunlara dair açıklamalar önceden Ma’idah suresi 3 ncü ayetin tefsirinde geçmiştir.

Rics, maddî, manevî, aklî ve şer”î bakımlardan pis olan şey demektir. İçki ve ondan sonra söz konusu edilenler, haram olmalarını gerektirecek şekilde bu nitelikle anılmışlardır. Ayrıca bu haramlık pis şeylerden kaçınma emriyle ve Yüce Allah’ın “Ki kurtuluşa eresiniz” yani bunlardan kaçınarak kurtuluşu umabilesiniz, buyruğuyla daha da pekiştirilmiştir.

İçki ve kumar bir kaç yönden (çeşitli ifadelerle) haram kılınmıştır. Evvela cümle hasr (münhasıran, ancak…) ifade eden (innemâ ) ile başlamış, ondan sonra içki ve kumar, putlar ve fal oklarıyla birlikte anılmışlardır. Bunlar ise şer’an ve aklen oldukça çirkin işlerdir. Ayrıca içki ve kumar şeytanın pis işle­rinden diye adlandırılmışlardır ki, bu da şirkin en ileri derecesidir. Diğer taraf­tan bunların madde ve cisimlerinden dahi uzak durmak emredilmiştir. Bu da sırf nehiy ve haram kılma lafzından daha ileri derecede bir uzaklaştırma ve nefret ettirme ifadesidir. Diğer taraftan bunlardan uzak durmak kurtuluşa er­menin, umduğuna nail olmanın sebebi olarak değerlendirilmiştir. Arkasından Yüce Allah, içki ve kumarın manevî zararlarını, kişisel ve toplumsal zararları­nı söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak şeytan… sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.” Bundan dolayı Nesaî Resulullah (s.a.)’ın Osman b. Affan’a mevkufen şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “İç­ki kötülüklerin anasıdır.” el-Bezzâr’m rivayetine göre de Abdullah b. Amr Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “İçki müptelâsı puta tapana benzer.” Yani şeytan sizin aranıza içki ve kumara müptelâ olduğunuzdan birbi­rinize düşmanlık etmeniz dolayısıyla düşmanlığı, birbirinizden nefret etmeyi, birbirinize karşı kin ve tiksinti tohumlarını ekmek suretiyle de kini yerleştir­mek ister. Böylelikle imanla aranızın kaynaşmanızdan, İslâm kardeşliği etra­fında bir araya gelmenizden sonra, sizi dağıtma ve parçalama hedefi gerçekleş­miş olur.

Şeytan aynı şekilde aklı gideren sarhoşluk ve kumar ile uğraştırmak sure­tiyle kalplere huzur veren, dünya ve ahirette kişiyi mutluluğa ulaştıran zikrul-lahtan yani Allah’ı anmaktan alıkoymak ister. Ahlâksızlıktan, hayasızlıktan, kötülüklerden alıkoyan, ruhu arındırıp yükselten, kalpleri tertemiz eden na­mazdan da uzaklaştırmak ister.

İçki sebebiyle akıl baştan gitti mi kişinin başkaları nazarmdaki şeref ve haysiyeti alabildiğine düşer, sarhoş bir kimse hayrı idrakten, kötülükten uzak durma imkânından mahrum kalır, böyle bir gücü kaybeder. Bundan başka içki­nin sindirim sisteminden sinir sistemine kadar bütün organlarda sağlık açısın­dan bir çok zararı da vardır. Bazan bu zarar çocuklara kadar uzanabilir. Bu ço­cuklar arasında zayıf akıllı, geri zekâlılar bulunabilir. İçki çoğu zaman boşan­maların, aile yıkımlarının da sebebi olmaktadır.

Çalışmadan ve bir ticaret olmadan bir tarafın kâr etmesi, diğer tarafın da zarara uğraması sonucunu doğuran kumar ise insan ruhunda düşmanlık ve kin ateşini körükler. Kumarcıların biribirleriyle kavga edip biribirleriyle sövüş­tükleri, biribirlerine küfrettikleri, birbirleriyle kavga ettikleri çokça görülen bir hadisedir.

Kısaca söylersek, içkinin çok çeşitli zararları vardır. Bunların kimisi kişi­sel ve sağlığadır, kimisi de düşmanlık ve kin tohumlarını ekmek suretiyle top­lumsaldır, kimisi de Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak suretiyle dinî­dir. Malın faydasız ve zararlı alanlarda çar-çur edilmesine sebep teşkil ettiği için malî zararları da vardır.

Kumarın da aynı şekilde ruhsal ve sinirsel zararları vardır. Sinirlerin ger­ginleşmesine, huzursuzluğa, kararsızlığa sebep olur. Toplumsal, dinî ve malî bakımdan da -tamamiyle içkide olduğu gibi- zararları vardır.

Yüce Allah’ın “Muhakkak şeytan… sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister” buyruğu daha önce de geçtiği gibi, içki içip sarhoş olan Ku­sandan iki kabile hakkında nazil olmuştur. Bunlar biribirlerine olmadık şeyler yaptılar. Fakat kendilerine gelip ayıktıklarmda her birisi ötekinin yüzünde di­ğerinin yaptığının etkilerini görünce -ki önceden kalplerinde hiç bir kin bulun­mayan biribirlerinin kardeşi idiler- bu sefer her birisi şöyle demeye başladı: Kardeşim bana şefkat eden birisi olsaydı bu işi yapmazdı. Böylelikle araların­da kin baş gösterdi. Yüce Allah da “Muhakkak şeytan… aranıza kin ve düşman­lık bırakmak… ister” buyruğunu indirdi. Kur’an-ı Kerim’de şer*î hükümlerin il­letleri ancak çok özlü bir şekilde zikredilir. Burada ise hikmetin veya illetin ge­niş olarak açıklandığını görüyoruz. Bunlardan üç tane hikmet söz konusu edil­mekte ve ayrıca içki ve kumarın haram kılmışı birden çok delâlet ile sabit bu­lunmaktadır. Böylelikle bunların zararlarına ve tehlikelerine işaret edilmekte­dir.

Daha sonra Yüce Allah bunların haram kılınışını daha bir pekiştirdi ve bunlara dair tehdidini daha da artırarak şöyle buyurdu: “Allah’a ve Rasulüne itaat edin ve sakının…” Yani Allah ve Rasulünden içki, kumar ve bunların dı­şında kalan sair haram şeylerden uzak durmaya dair hükümlere itaat edin ve emirlerine muhalefet ettiğiniz takdirde size gelip çatacak fitne ve dünyada he­lake götürecek ahirette de azaba ulaştıracak sebeplere düşmekten sakının. Çünkü Yüce Allah her bir şeyi ancak apaçık zararı dolayısıyla haram kılar. Ni­tekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “O’nun emrine muhale­fet edenler kendilerine bir mihnet veya acıklı bir azabın gelip çatmasından çe-kinsinler.” (Nûr, 24/63)

“Şayet yüz çevirirseniz bilin ki bizim peygamberimize düşen yalnız açık­tan açığa tebliğdir.” Yani eğer sizler yüz çevirir ve emrolunduğunuz şeyleri yerine getirmeyecek olursanız şüphesiz ki, Allah’ın rasulü size gereken teb­liği yapmıştır. O bakımdan ileri sürecek bir deliliniz kalmamıştır. Çünkü uyarılan kimsenin herhangi bir mazereti kalmaz. Artık sizler herhangi bir gerekçe ya da bir mazeret belirtme umudunuzu da kaybetmiş bulunuyorsu­nuz.

Daha sonra Yüce Allah içki içtikleri halde içkinin haram kılınışından önce hayattayken içki içip ölen kimselerin hükümlerini şöylece açıklamaktadır: “İman edip salih amel işleyenler… üzerlerine hiç bir vebal yoktur.” Yani iman edip salih amel işleyenler arasında içki ve kumarın haram kılınışından önce Hamza (r.a.) gibi vefat edenler ile haram kılınışından önce içki içen, kumar pa­rası yiyen ve halen hayatta bulunan Abdullah b.Mes’ud gibi kimseler için de günah ve sorumluluk yoktur. Çünkü kanunun ve yasamanın geriye doğru bir etkisi söz konusu değildir. Ancak Allah’tan korktukları, onun indirmiş olduğu hükümlere iman ettikleri ve daha önceden teşri edilmiş bulunan namaz, oruç ve benzeri salih amelleri işledikleri, sonra da bunlardan sonra haram kılman şeylerden sakınıp indirilen hükümlere inandıkları, takva, ihsan ve salih işleri işlemeye devam ettikleri takdirde, bir günah ve bir sorumluluk söz konusu de­ğildir. Allah elbette ki iyilik yapanları sever, onların yaptıkları iyiliklerin mü­kâfatlarını, ihlâslarının ve amellerini güzel bir şekilde yerine getirmelerinin ecrini verir.

Böylelikle önce sözü geçen takva ve imandan maksadın takvanın esası ile imanın esasını elde etmek olduğu, onlardan sonra sözü geçenlerden kastın ise bu takva ve iman üzere sebat ve devam etmek olduğu anlaşılmaktadır. Üçüncü defa sözü geçen takvadan kasıt ise, insanlara zulmetmekten uzak durup amel­leri güzel bir şekilde işlemek, Allah’ın kendilerine vermiş olduğu hoş ve temiz rızıklardan insanlara vererek onları gözetmek suretiyle iyilikte bulunmak ol­duğu anlaşılmaktadır. Günahın iman ve takva şartına bağlı olarak kaldırılma­sı, vakıayı açıklamak içindir ve bu herhangi bir şekilde günahkâr olmaların­dan korkulan müminlere dair sorulan soruya bir cevaptır.

Yani müminler haramlardan sakındıkları, sonra yine sakınıp iman ettikle­ri, sonra yine sakınıp ihsanda bulundukları takdirde, mubah olan yiyecek ve içeceklerden dolayı vebal altında değillerdir. Bu onlar için aynı zamanda bir öv­güdür. Nitekim Yüce Allah şu buyruğunda, Kabe’ye yönelerek namaz kılma emrinden önce ölenlerden övgüyle söz etmektedir: “Allah sizin imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz Allah insanlara karşı şefkatlidir, merhametlidir.” (Bakara, 2/143)

Geçen açıklamalardan anlaşıldığına göre bu ayet-i kerime, daha önce öl­müş olanlar için bir mazeret, daha sonra gelen ve hayatta bulunan insanlara karşı da bir delildir. Çünkü içkinin haram edildiği hükmü nazil olunca, ashab-ı kiram, “Ey Allah’ın rasulü! Daha önce içki içtikleri ve kumar parası yedikleri halde ölen kardeşlerimizin durumu ne olacak?” dediler. İşte bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

Hz. Ömer bu ayet-i kerimenin indirilişinden sonra içki içen Cumahoğullarından Kudame b. Maz’un’a had uygulamak istemişti. Kudame, Habeşis­tan’a hicret edenlerdendi. Onun hakkında şahitler bu ayet-i kerime ile içkinin haram kılınışından sonra içki içtiğini belirtmişlerdi. ez-Zührî’nin rivayetine göre Abdulkaysoğullarının efendisi Cârûd ve Ebu Hureyre, Kudame b. Maz’un hakkında içki içtiğine dair şahitlik ettiler. Hz. Ömer ona sopa cezası uygulamak isteyince Kudame şöyle dedi: Bana böyle bir ceza veremezsin, çünkü Yüce Allah “İman edip de salih amel işleyenler sakındıkları, iman ede­rek salih amellere devam ettikleri takdirde… tattıklarından dolayı üzerlerine hiç bir vebal yoktur” buyurmaktadır. Hz. Ömer şöyle buyurdu: “Ey Kudame, =en bu ayet-i yanlış anlıyorsun. Eğer sen sakınan bir kimse olsaydın, Allah’ın haram kıldığından uzak dururdun.” İbni Abbas da bu itirazına şu cevabı ver­mişti: Bu ayet-i kerimeler geçmişler için bir mazeret, geri kalan insanlara karşı da bir delil olmak üzere indirildiler. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmak­tadır: “Ey iman edenler! Şarap, kumar… şeytanın pis işlerindendir.” Sonra da öteki ayeti okudu. Eğer bu gerçekten iman edip salih amel işleyenlerden ol­saydı şüphesiz Allah ona içki. içmeyi yasaklamış bulunuyor. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Doğru söyledin. Peki, görüşünüz nedir?” diye sordu. Hz. Ali ve as­habı ona had vurulması gerektiği görüşünü belirttiler; bunun üzerine ona seksen sopa vuruldu.