12

١٢

لَهُ مَقَاليدُ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ اِنَّهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَليمٌ

(12) lehu mekalidüs semavati vel ard yebsütur rizka li mey yeşaü ve yakdir innehu bikülli şey’in alim
Semaların ve yerin anahtarı o’nundur dilediği kimsenin rızkını genişletir ve kısar da şüphesiz o, her şeyi bilendir

(12) To Him belong the keys of the heavens and the earth: He enlarges and restricts. The Sustenance to whom He will: for He knows full well all things.

1. lehu : onun
2. mekâlîdu : anahtarlar
3. es semâvâti : semalar, gökler
4. ve el ardı : ve arz, yeryüzü, yer
5. yebsutu : genişletir
6. er rızka : rızık
7. li men : o kimse için
8. yeşâu : diler
9. ve yakdiru : ve takdir eder, daraltır
10. inne-hu : muhakkak ki o
11. bi kulli şey’in : herşeyi
12. alîmun : en iyi bilen

لَهُ O’nundurمَقَالِيدُ anahtarlarıالسَّمَاوَاتِ göklerinوَالْأَرْضِ ve yerinيَبْسُطُ O, genişletip-yayarالرِّزْقَ rızkıلِمَنْ يَشَاءُdilediğineوَيَقْدِرُ ve kısar daإِنَّهُ çünkü Oبِكُلِّ herشَيْءٍ şeyiعَلِيمٌ en iyi bilendir


AÇIKLAMA

“Şehirlerin anası (olan Mekke’de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman… için sana böyle Arapça bir Kur’an vahyettik.” Yani önceki pey­gamberlere kavimlerinin dilleriyle böyle vahyettiğimiz gibi sana da Mekke halkını, çevresindeki Arapları ve diğer insanları, Allah’ın azabından, dün­ya ve ahiret işlerinden korkutman için, Arapça bir Kur’an vahyettik. Çün­kü senin peygamberliğin tüm beşeriyeti kapsamaktadır. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: “Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Sebe, 34/28). Burada özellikle Mekke halkı ve civarındakiler zikredilmiştir. Çünkü Peygamber’in (s.a.) risaletine ilk muhatap olanlar bunlar olup, bu risaleti tüm insanlara taşıyıp götürecek ilk nesil de onlardır. Kavimlerin ve ümmetlerin konuştukları dillere uygun olarak mesajların çeşitli oluşlarında bu ayetin teyidine gelince o, Allah’ın şu sözüdür: “(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız ken­di kavminin diliyle gönderdik.” (İbrahim, 14/4).

“…ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için. (İnsanların) bir bölümü cennette bir bölümü de cehennemdedir.” Yani in­sanların ve mahlûkatın toplanıp bir araya geleceği, ruhların cesetlerle bir­leşeceği, meydana geleceğinden asla şüphe olmayan kıyamet günü ile kor­kutman için sana Arapça bir Kur’an vahyettik. İnsanlar, biraraya toplanıp, hesaba çekildikten sonra iki gruba ayrılacaklar, Allah’a, peygamberine, ki­tabına inanıp dünyada düzgün işler yapan insanlar cennete girecek, Allah’ı, Peygamberini ve Kur’an’ı inkâr edenler ise çılgın alevli cehennem ateşinin içine sürükleneceklerdir.

Yukarıda geçen ayetin bir benzeri de Allah’ın şu sözüdür: “Mahşer vaktinde sizi toplayacağı gün, işte o zarar günüdür.” (Tegabün, 64/9). Kâfir­deki zarar, imanı terk etmesinden, mümindeki zarar ise güzel işler yap­maktaki kusurundan dolayıdır. Şu ayet de benzer manayı ifade eder: “İşte bunda, ahiret azabından korkanlar için elbette bir ibret vardır. O gün bü­tün insanların bir araya toplandığı bir gündür. Ve o gün bütün mahlûkatm hazır bulunduğu bir gündür. Biz onu (kıyamet gününü) sadece sayılı bir müddete kadar bekletiriz. O geldiği gün Allah’ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi bedbahttır, kimi mutlu.” (Hud, 11/103-105).

Sonra Allah, kavminin inkârından dolayı çektiği sıkıntıdan peygambe­rini teselli etmek için inanma hürriyetinin esasını açıkladı ve şöyle buyur­du: “Allah dileseydi, onları tek bir millet yapardı. Fakat O, dilediğini rah­metine kavuşturur, zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.” Yani Allah dileseydi tüm insanları hidayet veya dalâlette olmak üzere aynı dine ve inanca yöneltirdi. Ancak insanlar, Allah’ın ezelî iradesi ve ezelî ilmi gereği kendi seçenekleriyle farklı dinler üzerinde farklı gruplara ayrılmıştır; kimisi mümin, kimisi kâfir olmuştur. Allah ise hakimdir, hikmet sahibidir, faydasız hiçbir şey yapmaz. Bu sebeple kimin hidayeti ve hak din olan İslâm’ı seçeceğini bilirse onu doğruya iletir ve buna muvaffak kılar, sonun­da bu davranışlarıyla onu cennetine koyar; kimin de delâleti ve küfrü seçe­ceğini bilirse, onu da saptırır, netice de bu davranışıyla onu alevli ateşin içine koyar. İşte bunlar, kendilerinden azabı savacak dostları bulunmaya­cak hesap ve azap gününde de kendilerine yardım edecek yardımcıları ol­mayacak zalimler, kâfirler ve müşriklerdir.

Bu ayet daha önceki “Allah’tan başka dost edinenleri Allah daima gö­zetlemektedir. Sen onlara vekil değilsin.” ayetini açıklamaktadır. Yani onla­rı imana sevketmek senin gücün dahilinde değildir. Buna kadir olan sadece Allah’tır. Ayet, yine peygamberi, kavminin inkârı ve İslâm’a davetinden yüz çevirmesinden dolayı çektiği sıkıntılara karşı teselli etmektedir. Sanki yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Onların imansızlığından dolayı ümitsizli­ğe kapılıp üzülme! Çünkü hidayet ve dalâlet ilâhî iradeye tabidir. Kimin ezelde mutlu olacağı geçmişse o mutlu, bedbaht olacağı geçmişse o da bed­bahttır. Bu ayetin konusu sanki “Bu yeni kitaba inanmazlarsa (ve bu yüz­den helak olurlarsa) arkalarından üzüntüyle neredeyse kendini harap ede­ceksin.” (Kehf, 18/6) ayetinin konusu gibidir. Bu yüzden Cenabı Allah, peygamberine onların putperestliği ve müşrik oluşları sebebiyle üzülmemesini emretmiş ve şöyle buyurmuştur. “Yoksa onlar Allah’tan başka dostlar mı edindiler? Halbuki dost yalnız Allah’tır. O, ölüleri diriltir, her şeye kadir­dir.” Yani yoksa onlar, kendilerine yar ve yardımcı olacak zannıyla, Allah’ı bırakıp da putlardan tapacakları birtakım ilâhlar mı edindiler?

Eğer onlar hakkıyla yardımcı dost isterlerse, gerçek dost yalnız Allah’tır. Kulluk ancak O’na lâyıktır. Çünkü dilediğini yaratan, rızık veren, zarara uğratıp faydalandıran ve yardım eden sadece O’dur. Ölüleri diriltme gücüne sahip olan da O’dur.

Putlara ve Allah’tan başkalarına gelince onların, gerçekte ne fayda ve ne de zarar vermeye güçleri vardır. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: “Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelse­ler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri alamazlar. İsteyen de aciz, istenen de.” (Hac, 22/73).

Allah, kâfirleri böylece bir kenara attıktan sonra, din konusunda on­larla münakaşa etmekten müslümanları menetmiş ve şöyle demiştir: “İhti­lâfa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur.” Ya­ni din ve dünya işlerinden herhangi birinde görüş ayrılığına düşerseniz bu­nun hüküm mercii Allah’tır. Çünkü O, kendi kitabı Kur’an-ı Kerim ve Rasul’ünün (s.a.) sünnetiyle dünyada yegâne hüküm verecek hakimdir. Kıyamet gününde de hükmüyle insanların ihtilâflarını açıklığa kavuşturacak haklıyı haksızdan ayıracaktır. Ayetten kastedilen mana: Müminlerin, kâ­firlerle düşmanlık ve münakaşaya dalmalarının yasaklanmasıdır. Nitekim Peygamber de (s.a.) kâfirleri zorla imana sevketmekten menedilmiştir.

Bu ayet Allah’ın şu kavline benzemektedir: “Eğer bir hususta anlaş­mazlığa düşürseniz Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Rasulüne götürünüz.” (Nisa, 4/59).

Sonra Yüce Allah, Peygamber’ine (s.a.) onlara şöyle demesini emret­miştir.: “İşte bu Allah, benim Rabbimdir. O’na dayandım ve O’na yönel­dim.” Yani bu hükmü veren o hakim, benim Rabbim olan Allahtır. Bütün iş­lerimi O’na ısmarladım. Günahlarımdan tevbe ederek sadece O’na dönerim.

İşte bu, onlara gerçek hayrın ve zararı bertaraf etmenin kaynağını göstermektedir. Bunların kaynağı onların cansız putları değildir. Bunun sebebi de Allah’ın sonsuz kudretidir. Bu yüzden yüce Allah şöyle buyur­muştur:

1- “Gökleri ve yeri yoktan yaratandır.” Yani, daha önce geçmiş bir örne­ği olmaksızın, göklerin ve yerin yaratıcısı ve icat edicisi Allah’tır. O halde ibadete lâyık olan sadece O’dur.

2- “…size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yarat­mıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlar.” Yani Allah, kaynaşıp rahata eresiniz diye, cinsinizden size kadınlar yaratmıştır. İnsanların üreyip çoğalması ve insan cinsinin bekası böylece sağlanmış olur. Hayvanlar içinde kendi cins­lerinden dişiler yaratmıştır. Böylece insanoğlunun yaşama kaynakları ço­ğalmaktadır. Yahut da, hayvanlardan erkek ve dişi sınıflarını yaratmıştır. Bu yüzden şöyle buyurmuştur: “Allah sizi erkekli dişili yaratmakla çoğalt­maktadır.” Yani erkekli dişili yaratmayı çoğalmanıza vasıta kılmaktadır. Ayetteki “fih” sözü, insanları ve hayvanları eşler halinde yaratma düzeni­nin, sanki bu varlıkların çoğalma kaynağı olduğunu göstermektedir.

3-4- “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” Yani hiçbir şey; zatında, sıfatın­da, hikmetinde, kudret ve ilminde Allah’ın benzeri değildir ve olamaz da. “O işitendir, görendir.” Tüm sesleri duyan, işleri gören yalnız O’dur. Küçük büyük, açık gizli her şeyi işitip görür. Bu ayet Allah’ın organlardan ve par­çalardan meydana gelen bir cisim olmadığının, bir yerde ve cihette bulun­madığının delilidir. Çünkü O, bir cisim olsaydı diğer cisimlere benzerdi.

Yine ayet yüce Allah’ın bir benzeri olmamasının da delilidir. “Ancak göklerde ve yerde (tecelli eden) en yüce mesel O’nundur.” (Rum, 30/27) ayeti, O’nun mislinin ve benzerinin bulunduğunu ifade etmez. Çünkü “Misl= ben­zer “den maksat: hakikat ve mahiyetinin tamamında bir şeye eşit olandır. “Mesel” ise mahiyet itibariyle muhalif bile olsa, mahiyet dışında bazı sıfat­larda bir şeye eşit olana derler.

5- “Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Dilediğine rızkı bol verir. Dilediğinden de kısar. O, her şeyi bilendir.” Yani göklerin ve yerin hazinele­ri ve bunların anahtarları O’nundur. O, dilediği kullarına rızkı bol verir, di­lediklerine de kısıverir. O, kâinatta var olan, zenginleştirme, fakir kılma ve bunun, fert ve toplum üzerindeki tesirleri gibi, her şeyi bilendir. O, bunun­la ancak hikmet ve maslahatı yürütmek ister.