٩٣
وَلَقَدْ بَوَّاْنَا بَنى اِسْرَاءلَ مُبَوَّاَ صِدْقٍ وَرَزَقْنَا هُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ فَمَا اخْتَلَفُوا حَتّى جَاءَهُمُ الْعِلْمُ اِنَّ رَبَّكَ يَقْضى بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيمَةِ فيمَا كَانُوا فيهِ يَخْتَلِفُونَ
(93) ve le kad bevve’na beni israile mübevvee sidkiv ve razakna hüm minet tayyibat femahtelefu hatta caehümül ilm inne rabbeke yakdiy beynehüm yevmel kiyameti fima kanu fihi yahtelifun
gerçekten yerleştirdik israil oğullarını mesken edinecek yerlere rızıklandırdık ve onlara hoş, güzel nimetlerle nihayet ihtilafa düştüler hatta kendilerine ilim geldikten (sonra) şüphesiz Rabbin hükmünü verecektir kıyamet günü aralarında ihtilafa düştükleri o şeylerde
(93) We settled the Children of Israel in a beautiful dwelling place, and provided for them sustenance of the best: that them fell into schisms. it was after knowledge had been granted to them, Verily Allah will judge on the day of judgment between. them as to the schisms amongst them,
1. | ve lekad | : ve andolsun ki |
2. | bevve’nâ | : yerleştirdik |
3. | benî isrâîle | : İsrailoğulları |
4. | mubevvee | : yerleşme yeri |
5. | sıdkın | : güzel |
6. | ve razaknâ-hum | : ve onları rızıklandırdık |
7. | min et tayyibâti | : temiz, helâl olanlardan |
8. | femahtelefû (fe mâ ihtelefû) | : bundan sonra ihtilâfa düşmediler |
9. | hattâ câe-hum el ilmu | : onlara ilim gelinceye kadar |
10. | inne rabbe-ke | : muhakkak ki senin Rabbin |
11. | yakdî | : hüküm verir |
12. | beyne-hum | : onların aralarında |
13. | yevme el kıyâmeti | : kıyâmet günü |
14. | fî mâ | : şeyde |
15. | kânû | : oldular |
16. | fî hi yahtelifûne | : onun hakkında ihtilâfa (anlaşmazlığa) düşerler |
AÇIKLAMA
Buradaki ayetlerin konusu Firavun ve ordusunun nasıl boğulduklarıdır.
İsrailoğullan Hz. Musa (a.s.) ile beraber Mısır’dan çıktıklarında -rivayete göre sayıları çoluk- çocuk hariç altı yüz bin savaşçı idiler. Kıptilerden emanet olarak pek çok kıymetli takılar almışlar, bunları da yanlarında götürüyorlardı.
Firavun buna son derece öfkelenmişti. Derhal atına binip muazzam ordusuyla beraber onların peşine düştü. Onlara deniz sahilinde (Kızıldeniz, Süveyş Denizi sahilinde) güneş doğarken yetişti.
Bunun üzerine Hz. Musa’nın cemaatı korktu. Ama darlık anında Cenab-ı Hak genişlik verecekti. Cenab-ı Hak Hz. Musa’ya asasıyla denize vurmasını emretti. Hz. Musa asasıyla denize vurdu. Deniz açıldı, her parçası bir dağ olmuş, İsrailoğulları’nın on iki kabilesi için on iki yol açılmıştı. Allah rüzgâra emretti. Rüzgâr bu yolları kurutuverdi. Böylece İsrailoğulları denizi geçti.
İsrailoğulları’ının en sondaki neferi denizden çıktığında Firavun ve orduları denizin öbür tarafından kıyısına gelmişlerdi. Firavun dağlar gibi suları ve yolları görünce şaşırdı, korkuya kapıldı, sanki dilini yutmuştu. Hemen geri dönmek istedi. Sonra onları takip etmeye karar verdi ve komutanlarına “İsrail oğulları denize bizden daha alışık değildirler” dedi. Son nefere kadar hepsi denizdeki bu yollara girdiler. Tam denizin ortasına gelince her şeye kadir olan Allah denize birbirine kavuşmasını (eski haline dönmesini) emretti. Deniz eski haline gelince onlardan hiç kimse kurtulamadı. Dalgalar onları kaldırıp indiriyordu. Firavun’un üzerine dalgalar kümelenmişti. O sırada ölüm sarhoşluğu Firavun’u kaplamıştı. Firavun bu durumda iken “İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka ilâh olmadığına iman ettim ve ben müslümanlardanım” diyordu.
Firavun imanın fayda vermeyeceği bir durumda iman etmişti; tıpkı şu ayette belirtildiği gibi: “Onlar azabımızın şiddetini gördükleri zaman “Biz sadece Allah ‘a iman ettik. Ona ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik” dediler. Azabımızın şiddetini görünce imana gelmeleri onlara hiçbir fayda sağlamadı. Allah’ın kulları hakkında öteden beri uygulanagelen kanunu budur. İşte kâfirler o zaman hüsrana uğrarlar.” (Mümin, 40/84-85).
Bunun için Allah Tealâ Firavun’un sözü üzerine cevap olarak “Şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki bundan önce isyan ettin. Fesat çıkaranlardan oldun” yani yeryüzünde insanları saptıran kimselerden oldun, diyordu.
İşte bu kıssa da Allah’ın Rasulüne (s.a.) bildirdiği gayb bilgilerinden birisidir.
Ayetlerin Manası
İsrailoğulları’nı kudretimiz ve himayemiz altında denizden geçirdik. Firavun ve orduları onları yakalamak, eziyet etmek veya Mısır’a iade edip en kötü işkencelere tabi tutmak ve daha önce yaptıkları gibi onları köleleştirmek için İsrailoğulları’nın peşlerine takılmışlardı.
Firavun boğulmak üzere iken “Ben İsrailoğulları ‘nın iman ettiği Allah ‘tan başka gerçek hiçbir ilâh olmadığına iman ettim. Ben de O’nun emrine boyun eğen, teslim olan müslümanlardanım” dedi.
Firavun bu ifade ile kabul edilsin diye aynı manayı üç defa üç ayrı şekilde dile getirdi. Bununla birlikte yanlış bir vakit seçtiği için imanı kabul edilmedi. Bu sözü zorlama ve mecburiyet altında ve başka hiçbir tercih hakkı bulunmadığı bir anda söylemişti.
Allah Tealâ da Cebrail’in diliyle veya Allah’ın Ona ilham etmesiyle Firavun’a şu cevabı verdi: “Şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki bundan önce isyan ettin. Fesat çıkaranlardan oldun.” Yani boğulma anında mecbur kalıp nefsinden ümidini kesince mi iman ediyorsun? Halbuki bundan önce Allah’a isyan ediyordun. Sapan ve imandan sapıtanlardan oldun:
“İnkâr eden ve Allah’ın yolundan alıkoyanlara bozgunculuk yapmaları sebebiyle hakettikleri azabı kat kat arttırırız.” (Nahl, 16/88).
“Bugün seni yerden yüksek bir yere yükseltiriz, ruh bulunmayan cesedini, bütün bedenini hiçbir eksik bulunmaksızın, deniz dibine atılma sebebiyle meydana gelecek hiçbir değişiklik olmaksızın kurtarırız.” Böylece İsrailoğulları için senin öldüğüne ve helak olduğuna dair bir delil olursun. Çünkü onların gönüllerinde Firavun’un boğulmak gibi bir duruma düşmeyecek derecede büyük bir şahsiyeti olduğu inancı vardı. Yine bu şekilde senden sonraki insanlar için bir ibret olursun da yeryüzünde inkarcılıktan, bozgunculuktan ve Rab olduğunu iddia etme gibi hususlardan çekinirler.
Bu ayette Allah Tealâ’nm kudret, ilim ve iradesinin kâmil olduğuna delâlet vardır.
Ancak insanların çoğu kulluğun sadece tek olan Allah’a mahsus olduğuna dair delil ve hüccetlerimizden habersizdirler. Dolayısıyla hadiselerin sebep ve neticelerini düşünmedikleri için öğüt ve ibret almazlar.
Bu ayette hadiselerin sebep ve neticelerini düşünmemek ve gaflette bulunmak kötülenmektedir.
Firavun ve kavminin helak olmaları Muharrem ayının onuncu günü idi.
Buharî İbni Abbas’tan şu hadisi rivayet ediyor: Peygamberimiz Medine’ye geldiğinde Yahudiler Muharremin onuncu günü oruç tutuyorlardı. Peygamberimiz (s.a.) Yahudilere, “Oruç tuttuğunuz bu gün ne günüdür? diye sordu. Onlar “Bu gün Musa’nın Firavun’a galip geldiği gündür” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.) Ashabına: “Siz Musa’ya onlardan daha lâyıksınız; oruç tutun” dedi.
Bundan sonra Cenab-ı Hak bu münasebetle İsrailoğulları’na ikramda bulunduğu dinî ve dünyevî nimetleri anlatarak şöyle devam etmektedir:
Şüphesiz ki biz İsrailoğulları’nı memnun olacakları güzel bir yere yerleştirdik. Bu yer daha önce kaldıkları Mısır’daki yerleri, daha sonra Filistin’deki yerleri idi. Onları orada helâl, temiz, mubah, gayet hoş, leziz şeylerle rızıklandırdık. Onlara orada meyveler, sebzeler, hayvanlar, kara-deniz avları gibi pek çok hayırlı şeyleri nimet olarak verdik.
Allah onlara Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakup (a.s.)’un diliyle geçmişte Filistin topraklarını vaad etmişti. Fakat peygamberleri ve özellikle Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Muhammed (s.a.)’i inkâr ettiklerinde onlara verdiği bu vaadi geri aldı. Bundan dolayı artık onların Allah Tealâ’nm peygamberlerine küfür, saldırganlık ve zulüm ettikten sonra Filistin topraklarında yerleşmelerine dair hiçbir dinî hakları yoktur.
Âlimlerin İsrailoğullan’ndan maksadın ne olduğunu belirleme hususunda iki görüşü vardır:
Birincisine göre bunlar Hz. Musa (a.s.) zamanındaki Yahudilerdir. Buna göre yerleştirildikleri güzel yer Mısır ve Şam’dır. Güzel rızıklar bu memleketlerdeki her çeşit yararlı şeyler, ayrıca İsrailoğulları’nın Firavun kavminin elinde bulunan mallara mirasçı olmalarıdır. Tevrat ise aralarında ihtilâf etmelerine sebep olan ilimdir.
İkincisine göre ise Peygamberimiz zamanındaki Yahudilerdir. Müfessirlerin büyük bir çoğunluğu bu kanaattedirler. Bu Yahudiler Medine’de bulunan (Kureyza, Nadir ve Kaynukaoğulları) kabileleridir. Yerleştirildikleri yer de Medine ve Şam arasıdır. Güzel rızıklar ise bu diyarda bulunan hurma bahçeleridir. İlimden murad, Kur’an-ı Kerim’dir.
Kur’an ilim vesilesi olduğu için mecaz yoluyla ona bu isim verilmiştir. Kur’an’ın ihtilâfa sebep olması ise Yahudilerin bir kısmının iman edip diğer bir grubunun küfürleri üzerinde kalmasıdır. Zira Kur’an’ın inmesi onların aralarında iki kısma bölünmelerine sebep olmuştur.
İsrailoğulları Tevrat’ı okuyup hükümlerini öğreninceye kadar dinî meselelerde ihtilâfa düşmemişlerdi. Yahut Hz. Muhammed (s.a.)’in vasıflarının gerçek olduğunu ve mucizelerinin ortaya çıktığını görünceye kadar Hz. Muhammed (s.a.) hakkında ihtilâf etmemişlerdi.
Çünkü onlar Hz. Muhammed (s.a.)’in peygamber olarak görevlendirilmesinden önce onun peygamberliğini ikrar ediyorlar, risaletinin doğruluğunda ittifak ediyorlardı. Hatta bu durumu kâfirlere açıyorlar, ellerindeki kitapta yazılı olarak buldukları vasıflarıyla onu kendi çocukları gibi gayet iyi tanıyorlardı. Hz. Muhammed (s.a.) peygamber olarak gönderilip bildikleri şekliyle Medine’ye gelince onu inkâr ettiler. Bir kısmı kıskançlık, başkanlık sevgisi ve dünya malı elde etme arzusu ile inkâr etti. Diğerleri ise iman ettiler.
Özetle ifade edersek, onlar herhangi bir meselede bilgisizlik sebebiyle ihtilâfa düşmediler. Ancak kendilerine ilim gelip de ihtilâf etmelerine hiçbir sebep yokken ihtilâfa düştüler.
Şüphesiz Rabbin kıyamet günü ihtilâf ettikleri hususlarda onların aralarında hüküm verecek, haklıları, hak yolda olanları cehennemden kurtarıp cennete koymakla, batıl yolda olanları da cehennem azabında helak etmekle birbirinden ayırt edecektir.